Twitter Facebook

27 Aralık 2013 Cuma

NAMAZ NEDİR?

Selam kanka, bu yazıda kuran'daki namazın ne olup ne olmadığını anlatıcam. Biliyorum atalarının dinine inananlar tarafından şeytan taşlanır gibi taşlanıcam amk yerinde ama olsun varsın. Ben kabak gibi görüneni gördüğüm halde bok kadar çıkar için gizleyebilecek manyaklardan değilim.


Evet beyler bilgisayarlarınızı kabeye doğru çevirin başlıyoruz :D

Şaka lan şaka o kabeye doğru yönelmek o değil amk. Tipini sikeyim senin suratını oraya dönünce ne oluyor? Sanki Allah'ın tek yeri varmış gibi. O mecazen yüzünü kabeye dönmektir.Zira kabe de büyük bir devrim yaşanmış sıfır aklını kullanan bir ümmet Allah'ın muhammed'e yaptırdığı devrim ile model bir kent olmuştur. Tabi zaman içinde oranın ebu cehilleri tekrar üstün geldiler ve günümüz modeli ebu cehillerin modelidir.

Namaz farsçadan dilimize geçmiş bir kelimedir. Kuran'da namaz diye bir kelam zaten yoktur. Peki kuran'da ne vardır?

1- Salat
2- Eğile eğile alçala alçala dua etmek

Bütün olan biten bu ikisinden ibarettir.

Salatın asla ve kata namaz ritüeli şeklinde bir anlamı yoktur. Meallerin alayı kıbleyi atalar olarak belirlediği için yönelimlidir.

Salat nedir?

En basit şekliyle ''desteklemek''  demektir.

Camilerin temel amacını kavramak için bunu bilmek çok önemlidir. Çünkü camiler Allah'a ritüel yapma yerleri değildirler. Günümüzde ise sadece bu amaçla kullanılır olmuştur. Abi çok basit düşünün her mahallede camiler var dimi? Niye amk? Çünkü oranın yardıma muhtaç insanları belirlenir bu insanlar desteklenir. Temelde camilerin vazifesi budur. Eğitim öğretim ayakta tutulur. Din üzerine felsefe yapılır. Esas toplanma amacı bunlardır camilerin. Siz hiç bir cami cemaatinin bölgenin yetimleri için bir proje oluşturduklarını gördünüzmü? Nah görürsünüz amına koduğumun sığır sürüsü sevap points peşinde koşuyor. Süper mario mu oynuyorsun lan dingil.


Bir ayet var ahzab 56 orda diyor ki ''Allah ve melekleri peygambere salat ederler''

Bunu niye salat diye çeviriyorsunuz amk o zaman? Namaz desene hadi götün yiyorsa. Yok efendim salatın bu anlamı da varmış da öbür anlamı da varmış. Geçiniz kolpayı.

Kuran'da vakti belirlenen bir dua (namaz) şekli yoktur. Namaz dediğimiz şey eğile eğile, alçala alçala dua etmektir. Yani rabbini çok anmaktır. Bu hem kalben hem fiziken bir eğilmedir. Bunun daha faydalı olduğu bildirilmiştir.

Yine kendimizden düşünerek gidelim, konuştuğumuz konu din neden uzaklarda cevap arar insan ben anlayamıyorum.

Yabancı futbolculara bakın gol attıklarında ıstavroz çıkarırlar mutludur ilk aklına gelen tanrı olmuştur çünkü insan muhtaçlığı dolayısıyla mutluyken şükredecek, götü dardayken de yardım isteyecek bir güç arar. Aranızda ölümden dönenler varsa bilirler bunu. Yani insanın sadece kendisinin şahit olduğu bir ölümden kılpayı kurtulma olayında ilk aklına gelen birşeye teşekkür etmektir. İşte tanrı o şey ulan fazla açılma. Allah'da diyorki bunu hayatınızda devamlı yapın eğer bilirseniz bu sizin için daha iyidir.

Yani buna ihtiyacı olan biziz. Ve bunun ne garip rekatları var, ne başka kıstasları. Şunu da söyleyeyim ''rab'' kelimesinin tam türkçe karşılığını almak istersek programlayıcı gibi bir kelimedir onun karşılığı. Bu çok önemli bir nüans zira programlayıcı bizi böyle programlamış aga. Kuran'da her vurgu acayip anlamlıdır. En ufak nüans bile akla hayale gelmeyecek dersler veriyor bütünlüğü içinde.

Diyeceğim günümüzde uygulanan şekliyle namaz ritüeli saçma sapan bir ritüeldir. Topluca yapmamız istenen salattır. Elbetteki toplu olarakta Allah karşısında eğile eğile alçala alçala kalben ve içten yardım istemekte ünsiyete muhtaç olan insan için bir gereksinimdir. Ancak tekrar ediyorum camilerin temel amacı bu değildir.

Şu video'yu da izleyin zaten 5 dakika




Artı detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler (umarım alayınız ister) bu linkten detaylı bilgi edinebilirler.

http://www.istekuran.com/index.php?page=salatvenamaz










26 Aralık 2013 Perşembe

ALLAH'IN ARŞI, DİKİLİTAŞLAR, KARINCALARLA KONUŞAN PEYGAMBER SAFSATASI

Selam, bu yazıda da Allah'ın arşı kuran'da nasıl tarif ediliyor, kuran'daki karıncalarla, kuşlarla konuşma nedir, dikilitaşlar neden pislik olarak anlatılmıştır bu mevzulara girecem.


ALLAH'IN ARŞI, TAHTI

Maddenin kimyasal özelliğini taşıyan en küçük yapı taşı moleküldür. Molekül atomlardan oluşur, atm altı/kuantum madde değildir. Kuran'da Allah'ın hakimiyeti arş üzerine istiva etmek ile anlatılır.

Arş, taht demektir, Allah'ın arşı en büyük tahttır. İstiva etmek, egemenlik kurmaktır. Egemenlikte hakimiyet kurmakla mümkün olur, kısaca yaratılmış herşey Allah'ın hakimiyetindedir. Doğa yasaları bu hakimiyet sayesinde işlemektedir makro'dan mikro'ya.

Gelin biraz somutlaştıralım;


…Rabbim bilgice her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünmez misiniz? (Enam, 80)

Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. Şüphesiz ki O ilim yönünden her şeyi kuşatmıştır. (Ta Ha, 98)

Allah, onların [yardım görmeyenlerin] önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O'nu bilgice kuşatamazlar. (Ta Ha, 110)

Ve hani Biz sana; "Şüphesiz Rabbin insanları kuşatmıştır" demiştik… (İsra, 60)

Gözünüzü açın! Şüphesiz onlar Rabblerine kavuşmaktan bir şüphe içindedirler. Gözünüzü açın! Şüphesiz O, [Allah]her şeyi kuşatandır. (Fussilet, 54)


Allah'ın herşeyi bilgice kuşattığı söyleniyor !

Bu bilgice kuşatma atom altı sayesindedir. Yaratılmış olan tüm maddi dünya atom altı ile kuşatılmıştır. Atom altı Allah’ın arşıdır/tahtıdır.


De ki, “Yedi göklerin Rabbi ve çok büyük tahtın Rabbi kimdir?”

Onlar, “Allah’tır” diyecekler. Sen: “Öyleyse Allah’ın koruması altına girmeyecek misiniz?” de. (Müminun, 86-87)

Bu müminun suresinden alıntıladğım pasajda muhatap münafık kesim olduğu için dikkat ederseniz ''onlar Allah'tır diyecekler'' diyor. Yine cübbeli feto taifesinden o dönemin insanlarına söyleniyor. Tümpeygamberler yaşamları boyunca bu tip atalarının dinine inanan embesillerle mücadele etmişlerdir. Ancak münafıklar rab'liği kabul etmemişlerdir hiçbir zaman. Allah'ı değil bakın onun rabliğini!!!

Rab bir nevi programcı veya rehber demektir. Yani onlar Allah'a ianıyorlardı fakat kendilerini yönetici olarak görüyorlardı. Bu olayın bütün sebebi güçtür. Siyonizm dediğimiz dalganın da yenemediği olay bu güç. Ne tür bir tanrı'ya inandıkları tartışılır bu abd'deki adı belli kesimin ancak kabul etmedikleri şey tanrı değil rablik! Kendilerini rab olarak görüyorlar bu da uzun bir süreçte oluşuyor. Temel neden ihtiyaç sahibi olmama, yani ben herşeye sahibim hiçbirşeye ihtiyacım yok mantığı yerleşiyor bir noktadan sonra. Güç bu denli bela birşeydir dostlar. Biraz empati yapın lan, en ufak bilgi sahibi olduğun zaman bile onu çıkarın için kullanmak mutlaka aklına gelmiştir. İşte bu heriflerdeki olayın nirvanası :D


Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede yaratan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve sistemler kurup yürütme sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! (Araf, 54)



DİKİLİTAŞLAR, KARINCALARLA VE KUŞLARLA KONUŞABİLEN ''RUH HASTASI'' PEYGAMBERLER

Elbette onlar ruh hastası değiller, ruh hastası olan insanlar amk. Bakalım neymiş ne değilmiş.

(Ali imran 90)- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.

Ben bunu ilk okuduğum zaman ulan dedim içki için daha önce onda biraz fayda var, ama daha çok zarar vardır denmişti. Düşündüm evet süreklilik kazandığında zararı daha fazladır. Kumar zaten zarar yıkım olur. Fal okları tamam o da zararlı, hayal satar insanı gerçeklerden uzaklaştırır. Tamam da aga dikilitaşların ne zararı var amk demiştim. Hatta dedim ki eskiden yaşayan insanlar anıtlarla ileri nesillere yol bile gösterirler falan. Sonra araştırdığım da ne kadar sığ yaklaştığımı gördüm, yine düşünceyi derinleştirmeden yargı koymuş ve yine şeytana uymuştum.

Birkaç makale okudum bunun üzerine ve sonra devamlı; ''ne kadar da az düşünüyorsunuz'', ''hiç düşünmezler mi'', ''yer yüzünde gezip dolaşın'', ''ancak ilim sahipleri gerçeği görebilirler''... tipi ayetler geldi aklıma. Ve okuduğum bir makale de burnumuzun dibindeki bir anıtı gördüm. Gelin biraz göz atalım sultanahmet meydanındaki dikilitaş ne diyormuş;



Anıtın kaidesinde, biri Latince, biri Grekçe olmak üzere 2 kitabe vardır. Latincede Anıt kendi ağzından konuşur, dikiliş sebebini ve kaç günde dikildiğini anlatır: “Önceleri direnmiştim, fakat yüce efendimizin buyruğuna itaat ederek, ezilen tiranlar üzerinde zafer çelengini taşımam için gerekli her şey Theodosius ve onun kesintisiz devam eden sülalesine boyun eğdi. Bana da galebe çalındı ve Proklos'un idaresinde 30 günde dikilmeye mecbur edildim. "

Bu kitabeden Theodosius'un birtakım Tiranlara karşı başarılı olduğunu anlıyoruz. Kitabede, Proklos'un adının yeri biraz oyuktur, çünkü Proklos, siyasi sebeplerden lanetlenmiş, bunun sonucunda ismi silinmiş, ancak sonra tekrar şerefinin iadesi ile yeniden yazılmıştır..

Grekçe kitabede ifade daha sadedir; burada taş konuşmaz: "Devamlı yerde yatan 4 taşı dikmek cesaretini ancak İmparator Theodosius gösterebilirdi. Yardıma Proklos'u çağırdı ve böylece 32 günde taş dikilebildi." şeklinde bir ifade görülür. Obelisklerin dikilme gayeleri tamamen psikolojik bir nedene, Roma imparatorlarının bunları, ne kadar zorluk ve fedakarlıklarla getirtip diktirdiklerini göstermek istemelerine dayanmaktadır. Bu şekilde, halk üzerinde imparatorun ihtişam ve kudretinin artması sağlanmıştır…”


Ne acayip anıt kendi ağzından konuşturuluyor !!! Kuran'ın anlatım dilinde de çok kez karşılaştığımız bir dil sanatı bu. Anıtın üzerinde bir çok hayvan figürü var: boğa, kartal, kuş, balık, kelebek, karınca, cin ve peri, ok, yay, yelken, asa, gemi direği vs... Bunların ne olduğunu araştırdığımızda, Mısır hiyeroglif yazısında eski çağ krallıklarının dini-siyasi armaları yani kimi Tanrı-devlet sembolleri olduğunu görüyoruz. Anıtın üzerindeki hayvan figürleri, bugünkü Birleşmiş Milletler (BM) binası önündeki ülke bayraklarını çağrıştırıyor. Çünkü çoğu hayvan figürü zaptedilen ilgili ülkeyi veya tanrı- krallığı ifade etmekteydi.


Örneğin, eski çağlarda “Kurt” ile “Pars”ın savaşı demek, “Turan” ile “İran”ın savaşı demekti. Türklere göre Bozkurt, İranlılara göre Pars dini-milli-siyasi semboldü. Bugün bile hala bu kültür devam ediyor. İran bayrağında şah zamanında eli kılıçlı arslan (pars) vardı. Araplarda “p” olmadığı için Plotan’a Eflatun demeleri gibi Pars’a da Fars demelerinden Farslar/Farisiler olarak kaldı. Nitekim İran’ın uluslararası literatürdeki ismi“Persian” dır. Yani arslanların ülkesi, arslanı sembol olarak kabul edenlerin ülkesi...


Hititlerin kuş/kartal, Mısırlıların boğa, Sebelilerin karınca, Fenikelilerin rüzgarlı gemi, Asurluların balık figürleri ile tanındıklarını ve tüm bayrak, sancak ve flamalarını bunlarla süslediklerini öğreniyoruz. Kralların taçlarında, sarayların arslanlı yollarında bu figürler, resimler ve heykeller bulunmaktaydı. Hepsinin dini siyasi anlamları bulunuyordu ve Tanrı-devlet sembolü olarak görülüyorlardı. Kuran'daki anlatılanlar bunlardır yoksa süleyman peygamberin karıncalarla muhabbet ettiği falan yoktur.


Buna göre Süleyman kıssasında anlatılan şu olur: Hz. Süleyman merkezi Kudüs olan bir devlet kurmuştu. Doğuda Babil (cin ve peri), kuzeyde Hitit (kuş, kartal), güneyde Sebe Krallığı (karınca) ve Akdeniz’de Fenikeliler (rüzgarlı gemi) onun hakimiyeti altına girmişti. Böylece bütün bölgeyi bir evrensel adalet ve barış yurdu haline getirmişti. Demek ki “Dünyanın başına dünyada gözü olmayan adamlar geçmelidir… Süleyman kıssasının ana teması ve mesajı kanaatimce budur. Keza bu okumaya göre örneğin Hüdhüd, Hitit’den gelip Süleyman’ın ordusuna katılan bir subayın lakabıydı. Çünkü Hititler ordu birliklerine ve kimi askerlerine sembolleri olduğu için kuş lakapları takmaktaydılar: kartal, şahin, atmaca vs… Hüdhüd de onlardan biriydi.
Hüdhüd (Hititli subay) taht yapımında ustaydı. Göz açıp kapayıncaya kadar (bir çırpıda, hemen, hızlı bir şekilde) Belkis’ın tahtını yapabileceğini (getirebileceğini) söylemiş ve çok kısa bir sürede de yapmıştı. Hüdhüd adında (lakabında) şaşılacak bir şey yok. Çünkü bugün bile hala canavar, leopar, kaplan, çakal, asena, çekirge vs. lakaplarını duymuyor musunuz?


Şöyle düşünün bugün diyelimki Kuran son kitap değil de bir kitap daha gelecek olsun bu kitapta türklere gelsin ve bundan 2000 yıl sonra gelen kitapta şöyle bir vahiy olsun; ''Sarı kanaryaların, aslanları 6-0 yendiği gün...''

Ne anlar lan o zamanın insanları bundan?

Sarı kanaryalar aslanı yenmiş vay amua goyum. Dönemin ateistlerine güzel malzeme olurdu ahahaha.


Ama Kuran yeryüzünde gezin dolaşın diyerek arkeolojiye işaret ediyor, araştırırsanız meselenin aslını göreceksiniz diyor bunun yanında ''müteşabih ayetler'' olarak farklı alanlardan mucizelerini serpiştiriyor, gelecekte ortaya çıkan mucizeler işte bu anlatım şekliyle ortaya çıkıyor. Biyoloji, fizik, kimya, sosyoloji vs.. ye kadar. Bu yüzden kuran devamlı delillerinizle gelin der! Hani kanıtlarınız der! Anladınız mı az çok muhabbeti? İşte dikilitaşlar bu sebeple pislik olarak anlatılıyor. Kısaca dikkat çekiliyor, onların şirk olduğu gözler önüne seriliyor. Tanrı/devlet anlayışına koca bir darbe vuruyor. Ve karıncalarla konuşma, kuşlarla konuşma gibi anlatımları ilim ile algılayın diyor. Ama islam alemine baksan of of of şunu yaptın dinden çıktın, bunu yaptın dinden çıktın lan ne menem birşey bu din ki ne soru sorsak çıkıyoruz amk. İşte atalarının dinine inanan embesiller tanrı devletlere hizmet ederler sığır gibi yaşayıp sizlerin de sığır olmanızı isterler gücü de birkaç kişinin eline verirler. Bütün hüküm bu orospu çocuklarında olur, size de satarlar cenneti oh amk ''mission completed'' :D Ne cennet çok ucuz, ne de cehennem çok pahalı! Vicdan azabı bile başlı başına bir cehennemdir, dünya da ki nimetlerden aklını kullanmadan uzak kalmak da bir cehennemdir. Kısaca bazı insanlar zaten daha burada yaşıyor cehennemi de cenneti de. Ahiret evreninin yapısını elbette bilemeyiz, bu tamamen Allah'ın yeniden ve tükenmeyecek bir yapıyla inşa edeceğini vaad ettiği bir evrendir ancak biz şu an buradayız ve sorumluluklarımız var.


(Yunus 100) Allah dilemedikçe hiç kimse iman edemez (emin olamaz). O, iğrenç azabı aklını kullanmayanların üzerine yağdırır.

Burada Allah'ın dilemesi dileyeni/dilediğini şeklinde olan bir dilemedir. İradeye müdahale mevzu bahis değildir. Bu ayrımlar hayati derecede önem teşkil etmektedir. Kısaca aklını kullanmayan çavuşlar, döner götünü avuçlar.


Not: Bu yazıda tarihi ve arkeolojik bilgi alıntılarını ihsan eliaçık'ın bir makalesinden yaptım kaynakları araştırdım ve kesin bilgiler olduğuna kanaat getirdiğim için sizlerle de güvenerek paylaştım.









25 Aralık 2013 Çarşamba

CİNN, ŞEYTAN, BEŞER, İBLİS VE İNSAN

Selam millet, bu yazıda sizlere dinin temel meselelerini anlatmaya devam edeceğim. Halk arasında garabet anlamlar yüklenmiş olan bu sözcüklerin ne anlamlarla kullanıldığını sizlere bizzat kuran ile göstereceğim. Kuran kendi kendisini tercüme eden bir kitaptır dedik. Ancak dönüp baktığımız vakit ona ne tür anlamlar yüklendiğini görüyoruz. İnsanlar tarih boyunca atalarının izinden gidiyor bütün olay burada patlak veriyor. Oysa kuran buna dikkatleri pek çok kez çekmiştir. Atalarının dinine uyanların ne tür bataklıklarda olduklarını belirtmiştir. Peygamber döneminde de bu türden insanlar vardı. Ebu leheb'in Allah inancı yokmu sanıyorsunuz? Var ancak tıpkı bugünün fetoları, cübbelileri şeklinde bir inanç. Ama kuran iman diyor, iman ise emin olmak kökünden gelen kesin bilgi kanıt ve delillere dayalı bir kabul etme şeklidir. Yani öyle ''yeaa ben tanrıya inanıyorum'' değil mevzu. O koftiden inanç sana yaşamında sik kadar fayda sağlamaz. Bizzat göreceksin, algılayacaksın o zaman bu iman etmenin kişisel faydalarını kendi nefsinde gözlemleyeceksin. Başlayalım bakalım nedir ne değildir şu mevzular;

CİNN: Duyu organıyla algılanmayan, iyi tanınmamış, aşina olunmamış gibi sözlük anlamları vardır. Kısaca insan olabileceği gibi, elektrik, mikrop vs.. gibi enerjik varlıklar da olabilir.

MELEK: Kelime anlamı ile melek ''itaat eden güçler'' demektir. Allah'a itaat eden melekler ve insan'a boyun eğdirilmiş yani insan'ın emrine verilmiş melekler(bunu aslında aklı ile insan yapar iç içeliği görebiliyor musun işte Allah'ın bahsettiği dileyeni/dilediğini mevzusu da budur) bir de vahiy anlamında melekler vardır. Ancak bunların hiçbirisi kişi değillerdir, insanlar tarafından kişileştirilmiş güçlerdir. Örneğin; Güneş, ay, Jüpiter vs... bunlar Allah'a itaat eden meleklere örnektirler sen hiç Güneş'in ''Ben bugün doğmak istemiyorum amk ya'' dediğini duydun mu? İnsan'a boyun eğdirilen melekler ise; Hayvanlar, toprak, bitkiler, nesneler vs...

Şimdilik karışık geliyor biliyorum örneklendirdikçe daha açık hale gelecek mevzu az sakin ol amk.


ŞEYTAN, İBLİS: Kötülüğe verilen ad'dır. Bu bir kişi değil insan'a ait bir özelliktir. Allah bizlerin anlayamayacağı bu kavramları fabl (konuşturma) sanatı ile bir tiyatro canlandırma sahnesi oluşturarak bizlere anlatır. Hemen bir örnek alalım;

(kehf 50) Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.

Allah burada bir tiyatro sahnesi ile durumu rahat anlamamızı sağlamak için canlandırma yapıyor. Meleklere adem'e secde edin demesi Doğa'da emrimize verilen yani bizlere boyun eğdirilen hayvan, bitki, toprak, nesnelerin itaatinden bahsediyor. Ve iblis etmedi diyor ! Yani Allah bizlere kötülüğün varlığından bahsediyor, iblis'in cinlerden olması kötülük denen şeyin varlığı ve bunun enerji boyutunda olmasından dolayı cinlerden. Ama ayetin başında ''hani meleklere'' diyerek iblis'in varlığının zorunlu olmasına dikkat çekiliyor.


Yani iblis cin mi melek mi sorusunu soruyorsunuz ya size de çok bilmiş din adamları bin tane masal anlatıyorlar. Vay efendim iblis aslında cinmiş de sonra yükselmiş melek olmuş falan! Hepsi koca bir masal, gerçekte iblis enerji boyutunda kötülüğü temsil etmesi ve sınav dünyasında var olma zorunluluğundan ötürü melek yani itaat eden. Bütün mevzu bu.


Özetle sınav dünyası şartlarında iblis var ve Allah bize onun varlığını anlatıyor ve onu sevmediğini ancak sınav şartı için var olduğunu ona yanlızca süre verildiğini söyleyerek anlatıyor. Yani bu bizim savaşmamız gereken bir özelliğimiz.

Kısaca iblis, şeytan nedir dersek?

Ham düşünce ve fikirler şeytandır. Üzerinde düşünülmemiş, oluşmamış fikirler şeytanı temsil eder insanı yanlışa, hataya, bin türlü kötülüğe sürükleyen de cehalet ve düşünmemezliktir. Çok basit bir örnek alalım;

Bir kızı gördün, baştan aşağı süzdün off bunu ne yerim la dedin, sonra düşündün ya dedin benim de anam var bacım var ve vazgeçtin.

İşte düşünerek düşünceni olgunlaştırdın ve şeytana uymadın olay bu derece basit (örnek sikik oldu sen genişlet bunu).

BEŞER: İnsan'ın 5 duyu ile algılanabilen, çamur et ve kemikten yapılmış halini anlatan kelimedir beşer. Kuran'da beşer için zalim, cani, cahil, nankör, zayıf vs... vasıfların kullanıldığını göremezsiniz. Bu kavramlar insan için kullanılır, dolayısıyla beşer direk insan diye çevirilebilecek bir kelime değildir. Ne yazıkki ülkemiz de din alimleri inanılmaz derece de atalarından aldıkları şekliyle devam ediyorlar farkında dahi olmadan gerçeği gizliyorlar.


Devam edelim...

Bir zamanlar rabbin meleklere: ''Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.'' demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı:''Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.'' Allah şöyle dedi: ''Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.'' (Bakara, 30)

Bu ayetlerin anlatım tarzı bir fabl (hayvanların, bitkilerin ya da cansız varlıkların konuşturulması)şeklindedir. Kuran'da yer alan melek kavramının geleneksel dinde mevcut metafizik, günahsız, masum, kanatlı melek anlayışı ile bir ilgisi yoktur. Melek kelimesinin Kuran'da iki çeşit kullanılışı vardır. Biri Allah'a itaat eden güçler, diğeri ise insana itaat eden varlıklar. İnsana secde eden/itaat eden varlıklar insanın bilgisi ile kuşattığı ve hakimiyetine aldıklarıdır. Bitkiler, hayvanlar, toprak ya da nesneler bu türdendir. Bu anlamda ayette yer alan Allah ile meleklerin konuşması anlamayı kolaylaştırmak için kullanılmış bir anlatım tarzıdır.

Allah meleklere/yeryüzünde insanın bilgisi ile kuşattığı bu sayede insana itaat eden nesnel varlığa ''Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.'' demiştir. Melekler de ''Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?'' demişlerdir.

Ayetlerden anaşıldığı üzere adem ilk insan değildir; Adem'le birlikte yeryüzünde bilgiden uzak bozguncu insanlar yaşamaktadır.

Ve adem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: ''Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz.'' (Bakara, 31)

İsimlerin tümünü öğretti ile anlatılan dil'in doğuşudur, yani bilginin insana verilmesidir. Yani adem ilk insan değil bilgilendirilmiş ilk insandır. ilk sosyal bilgi olarakta nesnelere isim vermek öğretilmiştir. Dil denen şey nesnelere isim verilerek oluşur biz bugün ana babamızdan ve çevremizden geçmişte insanların nesnelere isimler vererek oluşturduğu dili öğreniyoruz. (lanet olsun tanrı insanı yarattı, bu kesinlikle yanlış bir karardı dostum)



Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik. Onlar da secde ettiler. Ama İblis etmedi, secde edenlerden olmadı o.

Allah buyurdu: "Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?" İblis dedi: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." (Araf, 11-12)


Araf 11-25 ayetlerinde Allah, insanın nesnel olarak kesinlikle bilemeyeceği İblis'i, insanlara bir tiyatro sahnesi/canlandırma şeklinde anlatmaktadır. Gerçekte Allah ile İblis arasında böyle bir konuşma geçmemiştir(iblis şeytani fikirlerin tasviri için kullanılmıştır). Ayetlerdeki konuşmalar sadece insanlara İblis'in varlığını anlatmak için kullanılan bir yöntemdir. İblis’i faaliyete geçirecek olan insandır. İnsan önüne çıkan bir olayda ya aklını işleterek bilgi ile hareket edecek ya da ham düşünce arzu ve isteklerine göre hareket edecektir. İşte insanın bilgiden uzak bir şekilde ürettiği ham düşünceler şeytandır.

Yani cin 5 duyu ile algılanamayan herşey için kullanılan genel bir kavramdır ama ''iblis'' kelimesi ''cin'' kelimesine göre daha özel bir kavramdır. İblis insan özelinde bir kelimedir ve metafizik anlamda cinlerdendir.


(NEML SURESİ)

39- Cinlerden İfrit: 'Sen daha makamından kalkmadan, onu(tahtı) sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.' dedi.

40- Yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: 'Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim.' Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: 'Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için bu olay gerçekleşti. Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiç bir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır.

Cinnlerden ifrit deyince neler uyduruyorlar amk. İfrit sözcüğü akranlarını ezip geçen onları zelil kılan kötü adam demektir. Yani burada tanınmayan adam bir iddia'da bulunuyor süleyman ise onu dinlemiyor ''kitaptan ilmi olan'' yani konunun uzmanı olan bir kişiye güveniyor, buradan da ders çıkarıyor bütün mevzu bu. Artık bu kişi komutan mıdır yoksa başka bir peygamber midir bilmem. Önemli olan nokta ''ifrit'' ve ''bilgin kişi'' farkı. Pasajın kritik noktası ve dersi budur. Kuran boyunca hiç bilenle bilmeyen bir olurmu denmesinin sebebi de budur.


Gelelim ins ve cinn muhabbetine burada daha açık kavrayacaksınız mevzuyu.


''Cinn'' sözcüğü, ''cenn'' kökünden türemiş bir sözcük olup sözcüğünün asıl anlamı, ''bir şeyi duyulardan saklamak''tır. ''Cennehülleylü (gece onu örttü)'', ''ecennehü (onu örttürdü)'', ''cenne aleyhi (üzerine örttü)'' şekillerinde kullanılır. Nitekim Kuran'da İbrahim peygamberi konu alan bir pasajda ''fellema cenne aleyhilleylü (ne zaman ki gece kendisini sakladı, iyice karanlık çöktü)'' diye yer almıştır (En'âm; 76).


insan

Sözcük anlamı; ''beş duyuyla hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran'' demek olan ''insan'' sözcüğü, ''fi'liyan'' kalıbında olup ''ens'' sözcüğünden türemiştir. ''İnsan'' sözcüğünün aslı ''insiyan'' sözcüğüdür. Sözcük, anlam olarak evrendeki tüm görünen (cisimli) varlıkları kapsamasına rağmen sadece insanlara isim olarak verilmiştir. Bunun nedeni, insanın yaratılış itibariyle ünsiyete muhtaç, yani sosyal bir varlık olmasıdır.


İns ve Cin Kuran'da 2 şekilde kullanılıyor 1- kalıp olarak, 2- tek tek.


Kalıp olarak ele alındıysa bu İns ve Cin ''herkes'' demek oluyor, yani tanıdık tanımadık herkes! Tek olarak ins (tanınan) cin(tanınmayan). Tıpkı iyi-kötü gibi. İyi tek başında iyi demektir, kötü tek başına kötü demektir, kalıp halinde iyi-kötü dediğin zaman bir çeşit dengeden bahsetmiş olursun.


Örnek vereyim:

- İşler nasıl gidiyor lan?
+ İyi kötü idare ediyoruz kanka ya.


En güzeli cin suresinden biraz alıntı yapmak.


- De ki: 'Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik'

2- 'O (Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.'

Burada mekkeli yahudilerden bir grup Kuran dinlemeye gidiyorlar ve kendi dinlerindeki imamlarını tabiri caizse itin götüne sokuyorlar bize ortak koşturdu diye ve müslüman oluyorlar. Mevzu bu. Yok metafizik vücutlu bir varlık varmış da bilinçliymiş de falan filan hep göt uydurması hikayeler ve atalarından aldıkları masalsı mealler buna yol açıyor. Kelimelerin etimolojik kökenini ve kuran'ı bütünlük içinde ele aldığınız zaman ise mevzunun gerçeğini görüyorsunuz.


3- Elbette, Rabbimizin şanı yücedir. O, ne bir eş edinmiştir ne de bir çocuk.'

4- 'Doğrusu şu: Bizim beyinsizlerimiz, Allah'a karşı 'bir sürü saçma şeyler' söylemişler.'

yine kendi imamlarına veya din adamlarına beyinsiz diyorlar, Allah'a karşı saçmalamışlar diyorlar. Çünkü onların inancında Allah'a çocuklar ve eşler biçiyorlar, bunlar açıkça eldeki veriler lan bakın diğer semavi dinlere görün kim yapmış bunu. Nasıl burdan garip bir cin kişisi profili ortaya çıkarıyorsunuz anasını satayım.


5- 'Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemiyeceklerini sanmıştık.'


6- 'Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar (iyi tanıdıklarımızdan), cinlerden (iyi tanımadıklarımızdan) bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.'

Haaa işte burda meal ile uçuş başlıyor. İNS VE CİN (bildik bilmedik herkes iken adam ne diyor insanlar ve cinler yani kısaca Alah'a kezban gibi ins kısaltması yapmış diyorlar) Halbuki adamlar ''ins ve cinn'' yani bildik bilmedik herkesin Türkçesiyle hiçkimsenin Allah için yalan konuşmayacağını sanmıştık, bu yüzden ona inanmıştık diyorlar.

Burada kitle değişiyor anlatıma dikkat edin.

6'ncı ayette ise burası önemli dikkat lütfen; cinnler yani surenin başından beri konuşan grup kendi tanıdıklarını ''ins'' olarak alıyor ki bu çok önemli bir nüans. Bu da ''cinn''in yabancı kimse olarak kullanıldığına babalar gibi delildir. Şimdi bu bağlamda 6'ncı ayette diyorlar ki; Çok iyi tanıdığımız bazı kimseler, tanımadığımız yabancı kimselerden bazılarına sığınırlardı (fikir alış verişi yaparlardı azgınlıklarını arttırırlardı).


7- 'Ve onlar, sizin de sandığınız gibi Allah'ın hiç kimseyi kesin olarak diriltmeyeceğini sanmışlardı.'

Bu ayet güzel bir örnek olduğu için dikkatli dinleyin. Burada geçen ''ba's'' sözcüğü hem ''Allah'ın kimseyi diriltmeyeceğini sanmışlardı'' hemde ''Allah'ın kimseyi peygamber göndermeyeceğini sanmışlardı'' şeklinde anlama çıkar. Nitekim çevirilerde anlaşmazlığı görürsünüz. Ancak burda olay manevi anlamda bir diriltme, Yani onlar Allah'ın elçi gönderip uyuyan sığır sürüsünü uyandırmayacağını sanıyorlardı diyor o yavşak grup için.

8–10. Ve gerçekten biz göğe dokunduk da onu kuvvetli bekçiler ve parlak alevlerle doldurulmuş bulduk. Ve hiç şüphesiz ki biz gökten duyum almak için oturulan yerlere oturur idik. Peki, şimdi her kim duyum almak için uğraşsa, kendine, gözetleyen parlak bir alev buluyor. Biz de, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rabbleri onlara bir doğruluk mu diledi bilmiyoruz.


Burda pişman olup imana gelen gruptan biri konuşturuluyor, öz eleştiri yapıyorlar ve eskiden olan durumlarını anlatıyorlar. Daha önce müneccimlik yaptıklarını, umutlarını yıldızlardan alacakları bilgilere bağladıklarını, bu amaçla sürekli rasathanelere oturup beklediklerini, ama göklerin yıldızlarla ve meteorlarla dolu olduğunu, bunlara bakarak istedikleri bilgileri elde edemediklerini, sonuç olarak da hiç kimse için yarının ne getireceğini öğrenemediklerini söylüyorlar. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun amk götünden meteorlarla vurulan metafizik cinn nerede? Aklınızımı yitirdiniz lan siz? Cinn hem metafizik olacak hem de götünden meteora vurulacak saçmalamayın amk yerinde ya, kitap yeterince açık.

Bu cin suresi inanılmaz önemli durumu kavrama açısından bu sebeple şuradan tamamının okunup elinizde bulundurduğunuz sözlükten kıyaslarla ilerlemenizi istiyorum: http://www.istekuran.com/index.php?page=cinn


HİCR SURESİ;

16. Andolsun, Biz, gökte birtakım burçlar kıldık ve bakanlar için onu süsledik.

17. Ve göğü taşlanan bütün şeytanlardan koruduk.

18. Ancak kulak hırsızlığı eden şeytan hariç, onu apaçık bir alev sütunu takip eder.


Bakın şeytanlar nasıl ayrılıyor burada, taşlanan şeytanlar ve kulak hırsızlığı edenler!!!

Taşlanan şeytanlar astroloji ile uğraşanlar, kulak hırsızlığı edenler ise yani vahye az da olsa kulak verenler. Yani gerçeği akıl ve bilim ile algılamaya çalışanlar. Bu pasaj müteşabih yani birden çok benzeşmeli anlamlı ve olağanüstü bir şekilde kullanılmış. Hem tehdit var bu şeytan kişilerini hem de mesaj var arayacak olan insanlara. Son cümle oldukça müthiş ve net.

Onu apaçık bir alev sütunu takip eder!

Yani onlar kontrol altındalar diyerek hem onların yapacaklarının sınırlılığı anlatıyor hemde net bir mesaj veriliyor. Aha bakın bu casus uydu;



Apaçık alev sütunu takip eder ile işaret edilen günümüz için bu uydulardır. Gerçektende gaybden haber alır bunlar kısıtlı da olsa.

Neyse beyler ben şimdilik kaçtım görüşürüz.






















































24 Aralık 2013 Salı

LANETLENMİŞ AĞAÇ GERÇEĞİ

Selam herkese, ilk yazıma dinlerin temelinde olan bir meseleyle başlamayı uygun gördüm. Yazının sonunda birçoğunuz şoklanmış vaziyette buradan ayrılacaksınız. Benim sizlerden istediğim bugüne kadarki din algılarınızı en azından bu blog'a girdiğiniz zaman, bir kenara bırakmanız ve gerçekten olaya odaklanarak anlamaya çalışmanız. Yani benim yazım şeklim, kullanacağım kelimeler, bozuk imlam'a takılmadan olaya odaklanmanızı istiyorum. Bu son söylediğim her yazım için geçerli, sonra vay bu nasıl üslup amk, gibi tepkiler olursa embesil muamelesi yaparım baştan uyardım çünkü.

Gelelim meseleye, hepiniz duymuşsunuzdur bu hikayeyi zira istisnasız her dinde aynı şekilde yer almıştır bu garabet başlangıç şekli. Vay efendim adem ile havva cennette dünya sikine minare götüne takılıyormuş da sonra Allah'ın onlara yasakladıkları ağaçtan bir meyva yemişler (ki çoğu kaynakta elma'dır bu) sonra alayımıza trafik polisi edasıyla tanrı ceza kesmiş. Oğlum bu nasıl bir tanrı lan? Ben yıllardır elmanın yeşilinden kırmızısına kadar envayi çeşidinden yedim sonra da ossura ossura gidip uyudum. Kimse de bana ceza vermedi amk. Önce Ali imran suresi 7'nci ayete bir bakalım gerçekten çok önemli bir ayettir o kuran'a yaklaşım konusunda.


7- Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: 'Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır' derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.

Neymiş? Bazı ayetler müteşabih (benzeşmeli birden çok anlamlı) imiş. Allah kitap boyunca bizlerin anlamamızı kolaylaştırmak için çeşitli dil sanatlarını kullanmıştır kitapta. Örneğin; Benzetme, mecaz-ı mürsel, fabl (cansız varlıkların konuşturulması) vs... Bunu şöyle düşünebilirsiniz aslında, sizler insan olarak akvaryumdaki balıklara bir din göndermek isteseydiniz, yani elinizde böyle bir imkan olsaydı bunu nasıl yapardınız. Muhtemelen ona onun dünyasından örnekler verirdiniz. İşte Allah bizlerin en kolay anlayacağı yolu izliyor türlü alanlardan mucizelerini de bu şekilde yerleştiriyor insanlığa rehber olacak olan kitaba.


Yani bu kitap aklını kullanacak adam arar. Başka birşey değil. Akıl seviyesi insanı diğer canlılardan ayıran tek temel özelliktir. Aklı çıkardığımız taktirde bir hayvandan ne farkımız kalır? Bence hiçbir farkımız kalmaz, işte ruhun üfürülmesi, insana bilginin verilmesidir. Neyse ona diğer bir yazıda değinicem şimdi konumuza dönelim.


Gelin bakalım neymiş bu lanetli ağaç mevzusu...

Bir zamanlar rabbin meleklere: ''Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.'' demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı:''Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.'' Allah şöyle dedi: ''Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.'' (Bakara, 30)


Bu ayetin anlatım tarzı fabl (hayvanların, bitkilerin ya da cansız varlıkların konuşturulması) şeklindedir. Kuran'da yer alan melek kavramının geleneksel dinde ki mevcut metafizik, kanatlı melek anlayışı ile bir ilgisi yoktur. Melek kelimesinin Kuran'da iki çeşit kullanılışı vardır. Biri Allah'a itaat eden güçler, diğeri ise insana itaat eden varlıklar. İnsana secde eden/itaat eden varlıklar insanın bilgisi ile kuşattığı ve hakimiyetine aldıklarıdır. Bitkiler, hayvanlar, toprak ya da nesneler bu türdendir. Bu anlamda ayette yer alan Allah ile meleklerin konuşması anlamayı kolaylaştırmak için kullanılmış bir anlatım tarzıdır. Allah meleklere/yeryüzünde insanın bilgisi ile kuşattığı, bu sayede insana itaat eden nesnel varlığa ''Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.'' demiştir. Melekler de ''Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın?'' demişlerdir. Yani Allah rakı masası babında bir muhabbette değildir, bu Allah'ı kişileştirir ey sığır! Allah ise bunlardan münezzeh olduğunu, hiçbir yaratılana benzemediğini, şu bilgi ve/veya beyin yapısıyla onu kavrayamayacağımızı sadece eserleri ile anlayabileceğimizi söyler.



Hmm güzel Allah meleklere halife atayacağım diyor, melekler de orada kan döken birini mi atayacaksın diyorlar, o halde yeryüzünde bir adem var ama ne tür bir adem? İyi ya okuyoruz madem bir sonraki ayete bakalım.




Ve adem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: ''Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz.'' (Bakara, 31)

İsimlerin tümünü öğretti ile anlatılan dil'in doğuşudur, yani bilginin insana verilmesidir. Yani adem ilk insan değil, bilgilendirilmiş ilk insandır. ilk sosyal bilgi olarakta nesnelere isim vermek öğretilmiştir. Dil denen şey nesnelere isim verilerek oluşur biz bugün ana babamızdan ve çevremizden geçmişte insanların nesnelere isimler vererek oluşturduğu dili öğreniyoruz. Yani adem ile birlikte sınav edilen insan profili ortaya çıkıyor zira ona akıl dolayısıyla bilgi veriliyor ve bundan sorumlu tutuluyor iş bu kadar basit.


(KEHF 50) Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir.


Bak şimdi meleklere ademe secde edin demiştik diyor! İblis dışında hepsi secde etti diyor ve o CİNNlerdendi diyor. Nasıl ya? Melek kim, cin kim aga bir karar ver!

CİNN: 5 duyu organıyla algılanmayan, yabancı, tam olarak tanınmayan... (bunlar sözlük anlamları)

Burada insanın nesnel olarak kavrayamayacağı iblisin var olduğu insanlara anlatılıyor. Yani sınavdasınız ve kötülük de var. İzin verilenlerdensin denmesinin nedeni de budur. Yani bu yaşam içersinde iblis hep var olacak ancak iblis insan kontrolünde birşeydir. İblisi harekete geçirecek olan insan'dır.

Andolsun ki sizi yarattık, sonra sizi biçimlendirdik, sonra da meleklere "Âdem'e secde edin" dedik. Onlar da secde ettiler. Ama İblis etmedi, secde edenlerden olmadı o.

Allah buyurdu: "Sana emrettiğimde secde etmeni engelleyen neydi?" İblis dedi: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." (Araf, 11-12)

Allah, insanın nesnel olarak kesinlikle bilemeyeceği İblis'i, insanlara bir tiyatro sahnesi/canlandırma şeklinde anlatmaktadır. Gerçekte Allah ile İblis arasında böyle bir konuşma geçmemiştir (iblis şeytani fikirlerin tasviri için kullanılmıştır). Ayetlerdeki konuşmalar sadece insanlara İblis'in varlığını anlatmak için kullanılan bir yöntemdir. İblis’i faaliyete geçirecek olan insandır. İnsan önüne çıkan bir olayda ya aklını işleterek bilgi ile hareket edecek ya da ham düşünce arzu ve isteklerine göre hareket edecektir. İşte insanın bilgiden uzak bir şekilde ürettiği ham düşünceler şeytandır.




NEFS'den bahsedelim biraz...

Her insanın tairehu / kuşunu onun boynuna takmışızdır. Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız. (İsra, 13)

Beyler dağılın boynunuzda kuş var amg :D Bu ne oğlum nelere inanıyorsunuz, bütün kuran boyunca düşünmezler mi, akletmezler mi diyor ama hekes bir masal dünyası oluşturmuş gidiyor. E durum bu olunca tabi inanmazsın amk zerre kadar beynini çalıştırıp vakit ayırmış olsaydın görecektin nelerden bahsediliyor.


Ayette ''kuş'' olarak çevrilen kelime ''taire'' kelimesidir.(Tayr) sözcüğü, sadece ''kuş'' anlamını ifade etmez, bu sözcük küçük bir böcekten, arıdan, kuştan uçağa ve bulutlara kadar her türlü uçan cismi kapsar. İstediğiniz kaynaktan test edebilirsiniz. İşte kuran çevirisi bu denli önemlidir meal ile sınırlı kalırsanız çeviren adamın insafına kalırsınız.

Bu herifler atalarının dinine uyuyor, Kuran çalışılır, okunmaz! Etimoloji en önemli ders verici oldu lan bana. Sözlük anlamlarına yöneldiğim de zamane insanlarının kavrayamadıkları şeyleri nasıl masallaştırdıklarını ve günümüze ne halde yansıttıklarını gördüm ve topluluk atalarının peşinden gittikçe olay daha bir çıkmaza giriyor, oysa Allah bundan men ediyor ''ya ataları yanlış yolda idiyseler'' diyor defalarca. Şunu anlamalısınız Nüsha kuran değildir, Mushaf da kuran değildir, kısaca kuran'ı kerim mealleri kuran değildir ! Kuran kendi kendisini tercüme eden inanılmaz bir kitaptır. Yani aklı rehber aldığınız zaman herşeyi neyin ne olduğunu apaçık görebileceğiniz bir kitaptır. Ve kitabın yazarı olan Allah ibrahimin dinine girin diyerek aklı rehber almanız gerektiğini kast etmiştir. İbrahim yer yüzünde gezen, arayan, sorgulayan bir peygamberdir gidip kıssalarını okuyun. Yıldızın birine tapıyor sonra bakıyor yıldız kayıyor yok diyor bu benim tanrım olamaz vs... Böyle bir ton olay yaşıyor. Ve en sonunda peygamberlik ile müjdeleniyor. Neyse konu dağıldı geri dönelim.

Ayette taire kelimesi kanatlı birşeye vurgu yapıyor. Ben kelebeğe benzettim artık siz neye benzetirseniz onu düşünün isterseniz kuş deyin ama odaklanacağımız kısım bu değil, bu ayette örneklendirilmiş olan şeyin görevi. Neremize takmış bu kelebeği ? Boynumuza o halde bakalım boynumuzda ne var (Kuran nettir uçuş istemez). Bu tiroid bezi gelin bi görevlerine bakalım. Şimdi biraz alıntı yapıcam bir uzmandan.








Tiroid bezi boynumuzun ön tarafında bulunan bir organımızdır. Tiroid bezinin görevi troid hormonlarını üretmek, depolamak ve gerektiğinde kana vermek ve metobolizmamızı ayarlamaktır.

Tiroid bezi küçük bir bezdir; 15-20 gram kadar ağırlığı vardır ve ceviz büyüklüğündedir. Boynun ön tarafında cildin altında bulunur ve kelebek şeklindedir. Kelebeğin kanatları sağ ve sol lob olarak adlandırılırken bu iki lobu birleştiren ortadaki kısma istmus adı verilir. Her lob 4 cm uzunluğunda ve 1-2 cm enindedir.

Tiroid borusu adem elması denilen nefes borusu çıkıntısının (gırtlak) tam arkasındadır ve yutkunmakla aşağı yukarı hareket eder.

Vücudumuzdaki tüm hücreler tiroid hormonlarından etkilenmektedir. İnsanın anne karnındayken gelişimi, doğduktan sonra büyümesi ve tüm metobolizma faaliyetleri tiroid hormonları tarafından kontrol edilmektedir. Tiroid hormonlarının vücudumuzda etkilemediği organ veya hücre yok gibidir. Kalp hızı, kan kolesterol düzeyi, vücut ağırlığı, kasları güçlü olması, adet düzeni, cilt ve tırnaklar, kemikler, seks organları, beyin ve psikolojik durum tiroid hormonlarından etkilenmektedir.

Tiroid bezinin çalışması beynimizin tabanında bulunan hipofiz bezi tarafından kontrol edilir… Hipofiz bezi ise, beynimizde, hipofiz bezinin üzerinde bulunan hipotalamus organı tarafından kontrol edilir… Görüldüğü gibi hipotalamus, hipofiz ve tiroid bezi birbirine bağımlı olarak çalışan ve birbirlerini kontrol eden 3 bezdir...

Hani, sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur’an’da lanetlenmiş bulunan o ağacı da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onların kudurganlığını artırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Kelebek görünümündeki tiroid bezinin aynı zamanda açık bir kitaba benziyor olması da enteresandır.


Şimdi biraz daha ayetler ışığında bakalım;


Her insanın kelebeğini onun boynuna takmışızdır. Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız.

"Oku kitabını! Bugün sana hesap sorucu olarak nefsin yeter." (İsra, 13-14)

Ne yeter neeeeeee ??? - Nefsin !


Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona/nefse, şah damarından daha yakınız.
Sağında ve solunda oturmuş iki görevli, kayıt yapmaktadır. (Kaf 16-17)



Bu 2 görevli bizim kelebeğin veya kuşun kanatları, tiroid bezinin sağ ve sol lobları olmasın la. Eee o zaman bu omuzumuzun üstündeki kanatlı taş gibi meleklere noldu? Onlar hiç var olmadılar kanka, onları sen uydurdun üzgünüm hayallerini yıktığım için :D

Ayette biz ona nefse şah damarından daha yakınız diyor !

''Nef'' kelimesi ''nefes etmek'', ''Nefs'' kelimesi de ''üfürmek, üflemek'' anlamlarına gelir. İnsanda nefes almakla ve üflemekle ilgili tek bölüm ''solunum sistemidir''

60- Hani biz sana: 'Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır' demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı insanları denemek için yaptık, Kur'an'da lanetlenmiş ağacı da. Biz onları korkutuyoruz. Fakat (bu) onlarda büyük bir azgınlıktan başka bir şey arttırmıyor.

Ayet dikkatli okunursa ''Kuran'da lanetlenen ağaç'' deniyor. Burada dikkat edilmesi gereken kelime ''Kuran'' kelimesi. Kuran, olgular arasında bağ kurarak/aklederek öğrenilen sosyal bilgilerden oluşur. O halde burada, bildiğimiz nesnel anlamda bir ağaçtan değil, ağaca benzeyen bir şeyden bahsediliyor (benzetme sanatı).

Ayrıca ''Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır'' dedikten sonra sınanmaktan bahsetmesi ve bu bilginin verilmesi insana dair insana ait birşey olduğunu gösteriyor. Buyrun size benzetme ile anlatılan lanetlenmiş ağacı göstereyim;







Şaşırdınız biliyorum ama şaşıracak birşey yok Allah ayetlerini akledecek olanlara açık seçik göstermiştir. İnsanlar bir masal kitabı okur gibi kuran okudukça elbette ondan uzak kalacaklardır. Ancak kuran çalışılır, tekrar ediyorum altını çiziyorum buranın. Kuran çalışılacak bir kitaptır ve günümüzde bu gerçekten çok kolay bilgisayar var amk iki tık ile bütün kelimelerin ne anlamı varsa nereden türediyse ulaşabiliyorsun. Ve ulaştığın zaman haaaaaaaa diyorsun en babasından. İbret almaktan belam sikildi lan yemin ediyorum.

Hala şüphesi olanlar varsa sağlamlaştıralım o halde.


Kendilerine gelmiş hiçbir kanıt olmadan, Allah'ın ayetleri hakkında tartışıp duranlar var ya, onların göğüslerinde, asla ulaşamayacakları bir büyüklüğün kuruntusu vardır. Artık Allah'a sığın! O'dur Semî, O'dur Basîr. (Mümin, 56)

Göğüslerindeki düşmanlığı çekip almışızdır. Köşkler/divanlar üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olmuşlardır. (Hicr, 47)
Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır… (Araf, 43)

De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım! İnsanların yöneticisine, yönlendiricisine, İnsanların ilahına; Kıvrılıp kıvrılıp saklanan, sinip sinip gizlenen vesvesenin/o sinsi, o aldatıcı şeytanın şerrinden, İnsanların göğüslerine kuşkular, kuruntular sokar o; Cinlerden de insanlardan da olur o!" (Nas Suresi)

Ağızlarından nefret ve öfke taşmaktadır göğüslerinin saklamakta olduğu ise daha büyüktür. Eğer aklınızı işletirseniz Allah size ayetlerini açık-seçik göstermiştir. (Ali İmran, 118)

Onlar ise sizinle karşılaştıklarında inandık derler; başbaşa kaldıklarında size öfkelerinden parmak uçlarını ısırırlar. De ki onlara: “Öfkenizle geberin.”Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilmektedir. (Ali İmran, 119)

”Bu, Allah göğüslerinizdekini denesin, kalplerinizdekini ortaya çıkarsın diyedir. Allah, göğüslerin özünü çok iyi bilir. (Ali İmran, 154)
O ağaç ki, zalimler için onu bir fitne yaptık. (Saffat, 63)


Gerçekten de fitnenin kralı değil mi?




MEYVA'DAN YİYİNCE ÇİRKİN YERLERİN GÖRÜNMESİ MEVZUSU

''Böylece ikisini de aldatarak, onları mevkilerinden düşürdü. Ağacın meyvasını taddıkları zaman, ayıp yerleri kendilerine açılıverdi. Onlar da hemen cennet yapraklarından üst üste koymakla örtünmeğe başladılar. Rableri onlara şöyle nida etti: “- Ben, ikinize de bu ağacı yasak etmedim mi; şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?'' (Araf 22)


Burada cennet yaprakları olarak anlatılan kelime ''varaku'l cennet''

Varak sözcüğü; Arap dilbilimcilerinden Cevherî'ye göre, "gümüşlerden yapılma ve develerden meydana gelme mal varlığı"; İbn-i Sîde'ye göre, "koyun ve develerden meydana gelen mal varlığı"; Râgıb'a göre, "kitap ve ağaç yaprağından başka, ağaçtaki yaprağın çokluğuna benzetilerek 'çok mal’ için de varaktabiri kullanılır."
Kısaca temel anlamı mal, mülk, para, eşya vs...

Burada anlatılan istifçiliktir. İnsanın şeytana uyarak ne bulduysa benim benim benimcilik yapmasıdır.

Yasaklı ağacın meyvesinden yeyince (yani şeytana nefse uyunca çirkinlikleri/kötülükleri ortaya çıkmıştır) ve tekasür hastalığına yakalanarak biriktirmeye başlamışlardır. Allah ise rızık vericidir, herkese rızkını verir ancak insan başkalarının rızkını çalar. Kuran'ın temel mesajlarından birisidir bu, ve bakın yer yüzündeki adaletsizliğin en önemli sebebi de budur anasını satayım.



İşte böyle hacı, şimdilik ben kaçar hadi eyvallah...