Twitter Facebook

20 Ağustos 2014 Çarşamba

İSRAİLOĞULLARI, EV, ŞEHİR, BİR OLAN ALLAH

Selam insanlar, artık kaç insan varsa orada. İşler nedeniyle nette olan vaktimi genelde kuran'a ve işaret ettiklerinden yakaladıklarımı araştırmaya ayırıyorum, bu nedenle de sosyal iletişim ağlarını çok kullanmıyorum buna blog'da dahil. Bu yazıyı ise birkaç meseleye değinmek için yazmaya karar verdim. Aslında değineceğim şeyler insanların büyük çoğunluğu için hayati meseleler ama olayı az çok kavrayan azınlık için fazlasıyla sıradan.


İlk önemli konu olarak Kur'an da hayati bir ayrım noktası olan ''israiloğulları'' var. İsrailoğulları tanımı bilinen klasik anlayışın aksine tüm insanlığı anlatıyor diye düşünüyorum ya da ona benzer bir kapsamı var. Bu konuda kendi adıma henüz kitaba tamamen hakim olamadığım için ademoğulları noktasında tam oturtamadığım, tefekkürümü devam ettirdiğim şeyler mevcut. Fakat şu varki ''bir dönem alemlere üstün kılındığı söylenen israiloğulları'' İnsanlığın ta kendisidir, bir ırk olan yahudiler değildir. Yahudi bir ırktır ve başka şeydir. Bu israiloğulları tanımını illa birşeyle yan yana değerlendirecekseniz bu ademoğulları olsun yahudiler değil, zira ilgi alakası yok. Bunun bu şekilde kabul görmüş olması ise zır cehaletin ürünüdür. Bu cehalet ise kitaba ihanetin bedelidir.

(Bakara 140) - Yoksa siz, gerçekten İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve torunlarının yahudi veya hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: 'Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı? Allah'tan kendisine verilmiş bir şehadeti gizleyenden daha zalim olan kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.'

Ben size işaret edicem siz o yönde araştırmalara başlayın göreceksiniz.

Bunun dışında ibrahimin oğlu ile beraber temellerini yükselttiği ev konusu da kesinlikle en başta Allah'ın sistemidir. Nuh peygamberin bahsettiği ev de o'dur, diğerleri de o'dur. Yani tüm peygamberlerin ortaklaşa temellerini yükselttiği, tamir ettiği esas ev ilk evdir bu da kabe denen yerden bambaşka şeydir. İster tevhid deyin, ister beyin deyin, ister başka şey deyin bu şey tam manasıyla hak/gerçeğin evidir. Ve bakış açısı söylediğim çizgi üzerinden kurulmalıdır.

Tabi her ev gördükleri yere kabe yaftasını çakan eşşşşoğlu eşekler bir şey anlamadan hakikatin üstünü örttüklerinden kafalarınız çokça defa taşağa dönecektir. Esasen bu uzun bir araştırma sürecidir. Aklınıza düşecek soruların alayının benimde aklıma düştüğünü bilerek yazdıklarımı değerlendirmenizi önemle rica ederim.

(Ali imran 96-97)

-Doğrusu insanlar için kurulan ilk ev, kesinlikle Bekke'deki o çok kutsal ve bütün alemlere hidayet olan İbadet Evi'dir.

- Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır.

İbrahim nasıl bir peygamberdir, Allah'ı bulurken geçtiği safhalar nelerdir dikkatle ve hissederek/yaşayarak algılayınız evi de algılayacaksınız.

Dikkatle takip ediniz...

(Zuhruf 31-32-33-34-35)

31- Ve dediler ki: 'Bu Kur'an, iki şehirden birinin büyük bir adamına indirilmeli değil miydi?'

32- Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında maişetlerini aralarında biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer) bir bölümünü 'teshir etmesi için, bir bölümünü bir bölümü üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti; toplayıp-yığdıklarından daha hayırlıdır.

33- Eğer insanlar tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahman’ı inkâr edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp-yükselecekleri merdivenler yapardık.

34- Evlerine kapılar ve üzerinde yaslanıp-dayanacakları koltuklar,

Özetle demek istediğim; Şehir, ev, tavan, tavana yükselecek merdivenler, incir zeytin (bağırsak temizliği, bağışıklık sistemi), tur-i sina dağı, dağ kavramı vs... daha bir çok kavramı, ilim sahiplerine seslenilen ayetleri, gerçek tarihe ışık tutacak verileri derin nefes alıp, pasaj pasaj üzerinde uzuuuun uzuun düşünerek ve en en önemlisi bir bütün olarak ele alın, kitabın müteşabihliğinin ne olduğunu da görün.

Deniyor ki birşey illaki kendisidir bir başka şey değildir. Eldeki örnek üzerinden yürüyelim. Ev ev'dir dimi, peki ev nedir? Ev ne anlatır biz insanlara? Bizim için evimizin olayı nedir? Siz bu gerçekleri önemsememeye devam edin, sonra zırlamayın tasavvufçular vay efendim spiritüalistler şöyle yapıyor böyle yapıyor diye. Hakikatten korkarsan bedelini bozuk inançlarla, bekleyerek geçen ömürle ödersin. Tabiki adam alacak, kendi zannlarında boyayıp süsleyecek. Çünkü sen kafanı kaldırıp akledecek cesareti ve olgunluğu göstermemişsin. Şeytanların dosdoğru yola oturuşlarını kavramamışsın. Bak Allah ne diyor, bak ayrımı nasıl yapıyor ve hangi noktada yapıyor;

(Araf 58)- Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz. İşte biz, şükreden bir topluluk için ayetleri böyle çeşitli biçimlerde açıklıyoruz.

Bizde bitki bile çıkmıyor amına koyim kuru topraklar :D Adamlarda kötü de olsa bir bitki var lan yolda yürüyorlar hiç değilse. Sen ise Kur'an ı terk ederek, din gününde muhammed peygamberin söyleyeceği sözün temellerini yükseltmekle meşgulsün. Peygamberleri takip etmenin, belirlenmiş ibadet günlerinin/dönemlerinin, c.tesi günü haddi aşmanın ne olduğu aşikardır. Kur'an da bunun reçetesi var bin defa söyledim yine söylüyorum. Bu translara girilmek zorunda ama doğru bilgiyle, kuran rehberliğinde, kavrayarak anlayarak sabrederek. Aksi halde otla çöple varılacak şey zann çukurudur. Orasının çok karışık olduğu ve insanı bir zann kuyusuna itmeye çok açık olduğu kesin. Neticede ortak ve kozmik bir bilgiden bahsediyoruz. Buradan hak olana ulaşmak için peygamberi takipten bir başka şansımız yok. Firavun gibi kendinizi tanrı da sanabilirsiniz ki zaten tasavvufun veya spiritüalizmin safı peygamberlerin iddia ettikleri saftan farklıdır. Onlar tasarlayanın insan bilinci olduğu bilgisine varıyorlar bu nedenle tanrı ile bir olma bütünleşme vs.. lere sapıyorlar. Peygamberlerin iddia ettikleri tanrı bu değil. Apaçık bir şekilde o yaratan sen yaratılan! Bu ayrım apaçık bir şekilde mevcut. Ve diriliş de bir gerçek, hak diriliş olarak bir gerçek. Onların iddia ettikleri gibi mitolojik bir süreç değil bu amına koyim. Reenkarnasyon bir yalan ve bir bilgi üzere sapış. Eşeğin amı çağından kova çağına geçişte bir zann. Bütün bunların hak bilgisi zamanla ortaya çıkacak. Bize düşen kelimeleri değiştirilmiş incil ve tevratın sağlaması olan kur'an ı tanımak/kavramak ve incil ile tevratı onun önderliğinde değerlendirmeye almak. Eğer bunu yaparsak/yapabilirsek işte o zaman gerçek bilgiye sahip olma şansımız olacak.

(maide 68)

De ki: "Ey Kitap Ehli, Tevrat'ı, İncil'i ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiç bir şey üzerinde değilsiniz." Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun tuğyanlarını ve inkârlarını arttıracaktır. Sen de kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma.

Mesaj çok net. Eğer tam hakikate erişmek istiyorsak işin içine incil ve tevrat girmek durumunda. Kur'an öyle bir sağlamaki, öyle bir düzeyde bilgi veriliyor ki bildiğin tamirat uygulayacak tevrat ve incilde.

(casiye suresi)

22- Allah, gökleri ve yeri hak/gerçek olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazandıklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez.

23- Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?

24- Dediler ki: '(Bütün olup biten,) Bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi 'kesintisi olmayan zaman'dan başkası yıkıma (helake) uğratmıyor.' Oysa onların bununla ilgili hiç bir bilgileri yoktur; yalnızca zannediyorlar.



Belki kabenin veya mekkenin şehir olarak, orada yaşanan devrim olarak bir ton göndermesi vardır, hatta bir adım öteye gideyim belki de koordinat olarak coğrafyanın müthiş bir önemi vardır, belkide hiçbir anlam ve önemi yoktur vs... ama apaçık görünen ve ayetlerin en önemli ultimatomları olan kısımları kalkıp kabeydi şuydu buydu diyerek bir taş parçası haline indirgemek olsa olsa komedidir. Artık ben susacağım ve size konu üzere tefekkür edebileceğiniz kur'an pasajlarından birkaç demet sunacağım.

(Bakara)

125- Hani Evi insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık. 'İbrahim'in makamını salat (destekleme) yeri edinin', İbrahim ve İsmail'e de, 'Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve boyun eğip teslimiyet gösterenler için temizleyin' diye ahid verdik.

GÜVENLİK YERİ KILINDIĞI GARANTİ EDİLEN BİR EV. BUGÜNKÜ KABEYE BİR ATEİST GİTSE AĞZINDAN YANLIŞLIKLA ALLAH'A KÜFÜR ÇIKSA HERİF YARAĞI YEDİ O SANİYE İDAMI CAİZDİR, LAN NE İDAMI YA AKLIMI SİKEYİM KİM BEKLER İDAMI. ZATEN ALLAH YALAKASI OLAN KURU KALABALIK O SANİYE ADAMI KABENİN DUVARLARINA ETİKET YAPARLAR. BU MU GÜVENLİ EV AMK? VALLA ARANIZDA O TARZ MÜSLÜMANLAR VARSA İYİ BİLSİNLER Kİ BENİM ŞU DÜNYA ÜZERİNDE ANGARA ÇİN ÇİN MAHALLESİ HARİÇ KENDİMİ EN SON GÜVENDE HİSSEDECEĞİM YERDİR LAN KABE :D AMA KUR'AN DAKİ ''EV'' İNSANLAR İÇİN GÜVENLİ BİR EV, TÜM İNSANLAR İÇİN! TEMİZ TUTULMASI İSTENEN DE BU EV'DİR.

126- Hani İbrahim: 'Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır' demişti de (Allah: “Sadece inananları değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o' demişti.


(Araf 161) - Onlara: 'Bu şehirde oturun, ondan istediğiniz yerden yeyin, 'dileğimiz bağışlanmadır' deyin ve kapısından secde ederek girin, (biz de) hatalarınızı bağışlayalım. İyilik yapanların arttıracağız' denildiğinde,

162- Onlardan zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şeyle değiştirdiler. Biz de bunun üzerine zulmetmeleri dolayısıyla gökten 'iğrenç bir azab' indirdik.

(Nahl 112) - Allah bir şehri örnek verdi: (Halkı) Güvenlik ve huzur içindeydi, rızkı her yerden bol bol gelmekteydi; fakat Allah'ın nimetlerine nankörlük etti, böylece Allah yaptıklarına karşılık olarak, ona açlık ve korku elbisesini tattırdı.

Tin suresi

1- İncire ve zeytine andolsun,
2- Sina dağına,
3- Ve şu emin beldeye (güvenilir şehre).
4- Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.
5- Sonra aşağıların aşağısına çevirdik.
6- Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka; onlar için kesintisiz bir ecir vardır.
7- Öyleyse bundan sonra, hangi şey sana dini yalanlatabilir?
8- Allah hükmedenlerin hakimi değil midir?

Tur suresi

1- Tur'a andolsun.
2- Satır (satır) dizili kitaba,
3- Yayılmış ince deri üzerine;
4- Ma'mur eve,
5- Yükseltilmiş tavana,
6- Kabarıp, tutuşan denize...

Nisa suresi

154- Kesin söz vermeleri dolayısıyla Tur'u üstlerine yükselttik ve onlara: 'Bu kapıdan secde ederek girin' dedik ve onlara: 'Cumartesi (günü) haddi aşmayın' da dedik. Ve onlardan kesin bir söz aldık.

Daha tonlarca delil var tek şart kitabı tanımak ancak böyle yaklaştırılanlardan olabilme ihtimaline sahip oluruz. Adamlar deli gibi bu şeyin peşinde koşuyorlar, en mükemmel trans hali/ibadet için neleri kovalıyorlar. Piramit bir sembol, felsefeyi anlatan bir sembol. Adam o zamanın şartlarında o yolla denemiş hatta bir tanesi varki tüm ayetler kendisine gösterildiği halde yine kabul etmiyor lan yaratan yaratılan ayrımını. Büyüdür diyor ve kendi bilincini ilah olarak görüyor, tıpkı her ne kadar kelime oyunlarıyla kıvırmaya debelenseler de tasavvufçular gibi, spiritüalistler gibi. Bunun nedenlerinden biri de corpus callosumdur. Bizim insanlarımızı yönlendirmemiz gereken şey en karmaşık yapı olan beyini pozitif bilim ile araştırmaktır. Bu zanndan kurtulmak ancak beynin tam manası ile tanınması ile mümkün olacaktır. Peygamberlerin seçilmeleri dolayısıyla kavradıkları şey buydu, bu nedenle onlar zannetmiyorlardı, bütünüyle gerçek olarak algılıyorlardı.

''Gerçek şu ki insan için çalışıp didindiğinden başka şey yoktur''.

Sen kendi senaryonu istiyorsun o zaman alsana kendi senaryon boğul bataklığında diyor Allah.

Şimdi aklınızı başınıza devşirin elinizi de vicdanınıza koyun söyleyin, bir insan evladına nasıl tüm ayetler/deliller/evren/evrenler gösterilir? Bu evrenin kozmik bilgisinin beyinlerimizde, üstelikte tam yeri olarak en yüksek seviyede emniyete alınmış beyin bölümümüz olan thalamus'ta saklı olduğunun ispatı değil midir? Biraz kavrayın şu kitabı daha kapıdan giricez amına koyim :D Ve bunu haddi aşmadan zanna uymadan temiz akılla yapıcaz ki rab işimizi kolaylaştırsın. Gerçekten bu şeyin reçetesi var Kur'an da. Bu bir süreç, uzunca bir süreç ve niyet emin olun çok merkezde. İşte bu nedenle Kur'an bas bas bağırıyor temiz akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemezler diye. Gereğince düşünememek zannlarında boğulmaktır. Haydi kaçtım.






5 Mayıs 2014 Pazartesi

ZÜLKARNEYN KISSASI İLMİ YÖNÜ

İnsanlar selam, ''kehf 83-99'' ayetleri, zülkarneyn kıssasının diğer yönünü anlatıcam.


Bu zülkarneynin tarihi bakımdan yaşadığı olaylar incelendiğinde birçok teori var kimi bilge kağan diyor, kimi başka şeyler, bende vikingler diyorum zira onlar da çift boynuzlu :D Neyse bu zülkarneynin tarihi olayları bakımından bir yönüyle muhammed'i anlattığını Hakkı Yılmaz imzası ile paylaşmıştım daha önce o yazıyı okuyabilirsiniz. Ben bu pasajın ilmi yönünü değerlendirmeye aldım zira çok kafamı yiyordu cidden yediği kadar varmış. Seri halde şokingler yaşadım.

Başlayalım...

Kelime anlamı olarak zülkarneyn “çift boynuzlu-çift zamanlı” anlamına gelmektedir.Burada “Zül” bir iyelik ekidir. “Sahibi” anlamını vermektedir. Karn, boynuz; Karneyn ise, çift boynuz demektir. Buna göre Zülkarneyn, “Çift boynuz sahibi” anlamına gelmektedir.


KEHF

83- Sana (Ey Muhammed,) Zu'l-Karneyn hakkında sorarlar. De ki: 'Size, ondan 'öğüt ve hatırlatma olarak' (bazı bilgiler) vereceğim.

Ya ALLAH, gönder gelsin panpa. Estaizübillah...


84- Gerçekten, biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona her şeyden bir yol (sebep) verdik.

Beynin yeryüzü iktidarına hoşgeldiniz paşalar.

85- O da, bir yol tuttu.

86- Sonunda güneşin battığı yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta buldu, yanında bir kavim gördü. Dedik ki: 'Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin.'


(Muhammed mekke medine vs.. durumu ile bütünlüğünü anlamak isteyenler başta söylediğim yazıyı okusunlar, fakat yine bu ayetin de beyin ile ilgili olağanüstü örneklemeleri de içerdiğine kellemi koyarım)


87- Dedi ki: 'Kim zulmederse biz onu azablandıracağız, sonra Rabbine döndürülür, O da onu görülmemiş bir azabla azablandırır.'

88- Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz.'


89- Sonra (yine) bir yol tuttu.

90- Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi/vahyi/bilgiyi), kendileri için bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.

91- İşte böyle, onun yanında 'özü kapsayan bilgi olduğunu' (veya yanında olup-biten her şeyi) biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.

Allah beyinleri kuşatmıştır beyler.


92- Sonra bir yol (daha) tuttu.


93- İki seddin arasına kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiç bir sözü kavramayan bir kavim buldu.

Buradan itibaren artık siz kafaları çalıştırmaya başlayacaksınız, sağ lobu olabildiğince aktif hale getireceksiniz. Bu arada 2 set sağ ve sol lob.

94- Dediler ki: 'Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten Ye'cuc ve Me'cuc, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?'

Bakın laftan sözden anlamayan toplum, yecüc ve mecüc (akıncılar ve komutanı) yeryüzünde bozgunculuk çıkartıyorlar diyor. Burada heriflerin kastı muhammed ve ordusu fakat tarih yönüne ben girmiyorum okuacak olan söylediğim başlığa gitsin. Ama olay şu ki; herifler kinaye yollu muhammed'e atar yapıyorlar. Tabiki biz işin ilmi kısmına odaklanıyoruz şu an. sed, 2 çağ/boynuz (sağ ve sol lob) sahibi vs...


95- Dedi ki: 'Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana (insani) güçle yardım edin de, sizinle onlar arasında sapasağlam bir engel kılayım.'


Muhammed'de kendilerine kinaye yollu gönderme yapıyor, siz bana para teklif etmeyin adam olun da öyle bir engel koyalım ki  düşmanlık kalmasın diyor. Bu arada muhammed 2 lobun da sahibi konumunda yani Allah'a yönelmiş zaten adam.


96- 'Bana demir kütleleri getirin', iki dağın arası eşit düzeye gelince, 'Körükleyin' dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: 'Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.'


İlmi uzmanları tarafından çok çok çok çok çok iyi irdelenmesi gereken bir ayet.

Demir kütleleri getirin!

İki dağın arası eşit düzeye gelince! Körükleyin!

Onu ateş haline getirinceye kadar bu işi yaptı!

Bakın beyler burada muhammed'in yaptığı iş onları köşeye sıkıştırmak. Peki bunu nasıl anlatmış Allah bize? Pasaj inanılmaz, öyle böyle değil kafa sıyırtacak cinsten. Sağ ve sol lobu kullanarak körüklüyor ateş/düşünce haline getiriyor ve üzerine eritilmiş bakır döküyor. Bu işleri öyle bir çarpıtmışlar ki abi aklınız durur. Adam elemanları köşeye sıkıştırıyor sunduğu sözleşme ile. Diğer beyinle ilgili kısımları ise anlatabilmemin üzgünüm ama bir kelimesi, söz öbeği yok, en azından şu an benim için yok. Sen göreceksin! GÖZÜNÜZÜ AÇIN!


97- Böylelikle, ne onu aşabildiler, ne onu delmeye güç yetirebildiler.

Offf abi ölecem şu birlikteliğe bak amk lan.

98- Dedi ki: 'Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di haktır.'

Dağ/beyin dümdüz olacak. Ve vaad haktır/gerçektir!

99- Biz o gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıvermişiz. Sur'a da üfürülmüştür, artık onların tümünü bir araya getirmişiz.

Ve sur'a da üflendi artık bugün kaçış nereye?

Ha bu arada ''sur'' kelimesinin de boynuz anlamı da var zaten oradan geliyor bu sur'a üfleme olayının o tarz şekilcileğe malzeme olması. Zülkarneynin de çift boynuz durumu var. Yani her yol beyine gidiyor canlar, kaçarınız yok!

Haydi eyvallah.





30 Nisan 2014 Çarşamba

ALLAH'IN YARATIŞI, KARİAH/GATE/KAPI, SUR

Selam insanlar Allah'ın yaratışı konusunda biraz sesli düşünücem dileyen dinleyebilir.


Bu konuda eldeki ilk net veri Allah'ın herşeyi hak olarak ve gerçek olarak yarattığıdır. Ok peki bu gerçeklik nedir? Bunun tanımı nasıl yapılır? Yani herşeyin hak ve gerçek olması bizim dış dünya olarak algıladıklarımızın  merkezinin, beynimiz olmasına engel teşkil eder mi? Diyeceğim aslında Allah'ın bilgi kodladığı merkez beyinler olamaz mı? Yani bu teoriye göre hepimizi bir monitör/yansıtıcı gibi düşünebiliriz. Sadece gözlerden bahsetmiyorum tüm varlığımız bir yansıtıcı görevi görüyor olamaz mı. Şu an karışık durduğunu biliyorum yazı ilerledikçe açıcam konuyu. Şimdi şöyle düşünelim biz doğduk yaşıyoruz ve fiziki yasalara tabiyiz. Biz öldüğümüz zaman bu dış dünya yok mu oluyor, hayır devam ediyor öyle değil mi. Şu halde bu bizim kıyametimizdir, bizim dağlarımızın(beynimizin) yün gibi olmasıdır. Allah ne diyor Kuran'da ''iyi biliniz ki sistemler kurma ve yürütme ancak Allah'a aittir''. İşte biz öldüğümüz zaman bu şeyden yoksun kalıyoruz. Neyse girizleyelim aktarması o kadar zor bir konu ki kendimi sikesim var şu anda.


(Karıah/kapı/gate suresi)

1 Kâriah!

2 Nedir o kâriah?

3 Kâriah’ın ne olduğunu sana ne bildirdi?

4 O gün, insanlar, darmadağın pervaneler gibi olurlar. 5 Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.

6 Ve hemen kimin tartıları ağır basarsa, 7 işte o, hoşnutluk veren bir yaşayış içindedir. 8 Tartıları hafif gelen kimse ise, 9 işte onun anası uçurumdur/derin bir çukurdur. 10 Onun ne olduğunu sana ne bildirdi?

11 Kızgın bir ateş!


Vurgu üstüne vurguyu görüyorsunuz dimi. Ben bu surenin ilk anlamının kıyameti anlattığını ikinci anlamlarının ise içeriği hakkında bilgi verdiğini düşünüyorum. Karıah: Kapı-kapı çalan anlamlarına sahip bir kelime. Peki pervaneler gibi olurlar ne demek? Bana bir dönüşümü/değişimi anlatıyor bu sözcük kelebek etkisi filmindeki gibi. Ama tabi oradaki gibi fantaziye kaçan bir garabet yerlerde uyanma durumu değil bu. Bir plan dahilinde ve Kuran'da planın anlatıldığı şekilde. Bu nedenle buradaki pervaneler gibi olurlar ahiret evrenindeki yaratışın anlatımı ''dağların atılmış renkli yün gibi olması'' Kuran'a bütün bakarak ve işin ilmi yönü araştırılarak üzerinde saatlerce tefekkür edilmesi gereken bir örnekleme çünkü ben burada dağların yine beyine yüklenecek bilgiden önceki durumu anlattığını düşünüyorum yani o gün beyinler böyle olacak. Sur kavramı da aynı şekilde beyindeki birşey olsa gerek, bilgi oraya üfleniyor. Bizim fiziki yasalar dediğimiz ve hepimizin gerçek olarak algıladığımız bu şeyler tam bu noktadan başlıyor bana kalırsa. Nasıl aktarsam bilmiyorum ama şöyle birşey diyebiliriz herhalde;


Bizler bu sistemi, yasaları vs..yi verilen bilgi ile algılayabiliyoruz, bilgi gidince biz de ölüyoruz. 

(zümer 68) ve sûra üflenmiştir de allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar.


Nereye üfleniyor abi? Bilgi nereye veriliyor? Bizim vücudumuz sinir ağıyla örülü hepsi beyine iletiyor da öyle hissediyoruz, bütün mevzu beyinde dönmüyormu zaten. Yani uyarılan beyin ise Allah'ın temel idare merkezi de gayet beyin olmalıdır. 

Şimdi konuya müdahil hakka suresine geçelim. Bu aşamada biraz daldan dala yapıcam başka çarem de yok.

Gerçekleşecek olan!

“Gerçekleşecek olan” nedir?

“Gerçekleşecek olan” nedir, siz tam olarak bilemezsiniz. (zaten bu yüzden deliriyorum)

Semud ve Ad (toplulukları), kâria’yı yalan saydılar.

Bu yüzden Semud (halkı), korkunç bir sesle helak edildi.

Ad (halkın)a gelince; onlar da, uğultu yüklü, azgın bir kasırga ile helak edildiler.

Şimdi onlardan hiç arta kalan (bir şey) görüyor musun?....................


--------------------------------------------------------------
Gerçek şu ki, su taştığı zaman, o gemide biz sizi taşıdık;

 Öyle ki, onu sizlere bir ibret (hatırlatma ve öğüt) kılalım. 'Gerçeği belleyip kavrayabilen' kullar onu belleyip-kavrasın.'
---------------------------------------------------------------

Bu gemi mevzusunun da ikincil anlamlarına dikkat çekiliyor kutu içine aldığım ayetlerin sonunda. İnsanlar aklıyla fırtınayı kontrol altına alıyorlar. Allah'ın gemide onları taşıması, 2 denizi beyin olarak kabul ettiğimizde kulunu/kullarını aklen doğruyu yapmaya iletmesidir.


Şimdi biraz kehf suresine dönmek zorundayım.

60 Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin/iki denizin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.

61 Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.

62 Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.

63 Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde denizde(beyinde/ doğru düşüncede/ sağ ve sol lobun birlikte kullanılıp değerlendirilmesinde) kaybolup gitti” dedi.


Bakın dostlar bu ''iki bilge'' veya ''iki deniz'' beynin sağ ve sol lobları! Beynin sağ ve sol lobları birbirleri arasında bilgi alışverişinde bulunurlar, toplandıkları yer nedir? Bütün bakabilmektir, işte bilgin kimselerin toplandıkları yer ile kast budur. Gece melatonin salgıladığımız için burada musa ve delikanlı bu geziye sabah saatlerinde çıkmış olmalılar ki musa kuşluk yemeğimizi getir diyor, bu güneşin doğuşundan ortalama yarım saat 40 dk sonraya denk gelir. Yani bir tür tefekkür gezisi bu! Ve kaya'ya sığınmaları da ilginç benzetme, gerek Tur-i sina dağının açık seçik beyin olarak anlatıldığı birçok örnek var, gerekse de ''dağ'' ile ilgili pasajlarda müteşabih alana geçildiği anda beynin de anlatıldığı birçok pasaj var. Gemi olayına gelirsek yine tiyatro sahnesini kurup anlatıyor Allah. 2 deniz beynimiz olunca gemi ile olan gezinti de tefekkür gezisini anlatır, bunu temele alarak pasaj okunduğu zaman bütünlük görülür. Neden böyle anlatılır? İşte ancak bu şekilde bir ton mucize ortaya serilebilinir.

Neyse buradan sonra artık her ne konuda doğruyu buldularsa alim kul ile karşılaşıyorlar. Bu alim kul ile olan gezilerini bilirsiniz musanın zor sabrettiği birkaç olay yaşıyorlar ben o olaylardan bir tanesine konumuz ile ilgili olduğu için dikkati çekicem.

(kehf 77) (Yine) Böylece ikisi yola koyuldu. Nihayet bir kasabaya gelip yemek istediler, fakat (kasaba halkı) onları konuklamaktan kaçındı. Onda (kasabada) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular, hemen onu inşa etti. (Musa) Dedi ki: 'Eğer isteseydin gerçekten buna karşılık bir ücret alabilirdin.'

(kehf 82) Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!”


O şehirdeki 2 yetim oğlan! Beynimizin sağ ve sol lobları yetim oğlan olarak anlatıldı şimdi de. Ve altında bir define var duvarın ne ola ki? Şimdi düşünün bakalım erginlik çağına ermelerini definelerni çıkarmalarını istiyor, topluma alim kul gönderiyor ne alaka abi duvar ustası, sıvacı falan göndersene :D  Abiler bütün bakın göreceksiniz.

Bu alim kul topluma akıl veriyor bilgilendiriyor bir konuda, toplumun gelişmesini sağlıyor. 


Beyin duvarının zayıflığı ile oluşan şöyle bir hastalık var. Tefekkürde faydası olabilir, okumaktan üşenmeyenler için bunu da paylaşmış olayım.





Neyse hakka suresine geri dönelim. 


Gerçekleşecek olan!

“Gerçekleşecek olan” nedir?

“Gerçekleşecek olan” nedir, siz tam olarak bilemezsiniz.

Semud ve Ad (toplulukları), kâria’yı yalan saydılar.

Bu yüzden Semud (halkı), korkunç bir sesle helak edildi.



Yine kariah/kapı/gate ve yine vurgu üstüne vurgu. Abi bu kapı başka kapı. Korkunç bir sesle helak, sura üfürmek vs.. hep değişimi anlatıyor. Yazının başında da söylediğim gibi bizim ölümümüz bu düzenden birşeyi eksiltmez. Ben kendimi bir monitör olarak görüyorum. Şimdi biz her türlü hayali kurarız dimi var mı bir engel? İstersen 9 bacaklı 18 kulaklu 7 hortumlu fille bile sevişebilirsin. Fakat bu gerçek olmaz! Fark bu. Sistemler kurup yönetmek Allah'a aittir demek budur anasını satayım. 


(Hakka 13-17) Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.


(eğer aklınıza takılırsa şu rabbinin tahtını 8 melek taşır zırvalarını şuradan aşabilirsiniz: http://www.istekuran.com/index.php?page=hakkah)

Ben devam ediyorum...

Sura üflendiği zaman. Şimdi ne dedik biz öldüğümüz zaman monitörümüz kapanıyor ama sistem devam ediyor. Bu artık komple sistemin suruna üfürmek, full değişim, yeni evren. O gün rabbinin, birliğini yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilenlerin yerine, daha iyi yeni varlıklar yansıtırlar. İşte değişim de budur. 

Neyse paşalar benim diyeceklerim şimdilik bu kadar. Allah'ın yaratışının nasıl olduğu konusuna bütün bakıldığı, masallardan uzaklaşıldığı zaman görülen bu tarz birşey olabileceği. 


Neyse ben kaçtım yazıyı okumadan yazdığım gibi paylaşıcam istediklerimi tam anlatamadım ama zaten anlatabilseydim de görmek zorunda olan siz olacağınız için bir halt değişmeyecekti.

Bu da benden Allah'a gelsin hadi bye.



Şarkıyla ilgili bir ekleme yapıcam. Ulan nate elif benimle alay ettiniz orjinal klibe denk geldim vay amk dedim cuk oturtmuşum tespiti. Bu şarkı kesin olarak Sur'a üflenmesi, kaynağın kendisine dönüşü/değişimi, kapı/kariah/gate olayını farklı bir bakış açısıyla anlatıyor. Klibe dikkat edin başta tarkan uyuyor geçen olaylar hep hayatı, yani yaşam rüya gibi gösteriliyor, uyanması ise ölmesi işte. Yani hayat bir rüyadır demeye getirmiş. Tüy düşünce ölüyor kelebek etkisi oluyor işte. Lan bu klip dosdoğru yola oturmak amk zira bakın;

(Hakka suresinden)

 Gerçekleşecek olan!
“Gerçekleşecek olan” nedir?
“Gerçekleşecek olan” nedir, siz tam olarak bilemezsiniz.
Semud ve Ad (toplulukları), kâria/kapı/gate’yı yalan saydılar.

Gördüğünüz gibi siz bunun ne olduğunu tam olarak bilemezsiniz diyor. Bunun söylenmesi demek planın Kuran'daki verilen bilgiler ile değerlendirilebileceği demektir. Yoksa ucunu bulamazsın kapının, uçuş serbest olur. Kelebek etkisi filmindeki muhabbete dönersin amk orda uyan sonra başka yerde uyan....

(tasavvufçuların yuttukları zoka da budur işte)

Tekrar ediyorum;

(Araf 54) Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah’tır. İyi biliniz ki oluşturma ve sistemler kurup yürütme sadece O’na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne cömerttir!

İşte kelebek etkisi olayı ancak Allah'ın olmaması ile mümkündür. Bu kapı öyle bir kapı değil.

Ayrıca ateist bir figür olan Serra Yılmaz'ın klipte oynaması beni kahkahalara boğdu, hatırlayın ''yanlız taştan duvar olmaz'' ile ne anlattığımı, dikkat edin tarkan karıya bu yarrağı yemiş der gibi bakıyor ahahahah.

ekleme: 150 kere söyledim ama nate bey züklemediğinden yine sordu.

Neden bu klipte bu karı sırf ateist olduğu için var?

Çünkü klip Allah'a inanan ve de üstüne tasavvufçu veya spiritüalist olan bir adam tarafından kurgulanmış.

Karının nezdinde ateizme mesajı senin sağ ve sol lobun arasında duvar var, sen bir dingilsin sol loba hapsolmuşsun, olayları bütün değerlendiremiyorsun, sağın yaranı olamayacaksın böylece de yüzleşme anında bir pişmanlık seni bekliyor bebeğim diyor.







25 Nisan 2014 Cuma

HIZIR MASALI VE HAKİKATLERİ

Selam insanlar bu yazıda kafa götüren bir konuyu açıklığa kavuşturmak için uğraşıcam. Konumuz ''hızır nedir'' Evet malumunuz bu konuda atıp tutanlar boldur, öyle masallar uydururlar ki insan vay amk demekten kendini alamaz. Kuran ayetlerini kendi arzu ve istekleri ile döşeyerek ilme ve akla küfreder ve Allah kelamını kul kelamına değişirler. İşin pis yanı bir de gavattırlar, bunlara öğüt verdiğin zaman ''aa olurmu çok abarrttın bak şimdi diye'' başlarlar ezberlerindeki masalları önüne doğru yığmaya. Hani delilin nerede? Dediğin zaman da götün götün ''r'' yaparaktan maymuna dönüşlerini seyredersin. Kurandaki örnekler öylesine nokta atışı ki adama kafayı yedirtir lan, örneğin maymunlar olun dedik diyor ya, ulan gidin bir inceleyin maymunları amk ya şerefsizim karakter analizi gibi. Sonra birilerini örnek verirken bunlardan daha beterini sana bildireyim mi? Domuzlar gibidir diyor bir yerde, bakın varya bu dünya'da domuz gibi bir hayvan daha yoktur. Yanlış anlamayın hayvanın yaratılış özelliği böyle o üzerine düşeni yapıyor ona birşey dediğim yok aksine av anında av sonrası falan uzun uzun incelediğim bir hayvandır. Ama bu domuz gibi bir hayvan daha yoktur yeryüzünde. Bu amk duğum varya ne bulursa yer lan, kendi boku da dahil ne bulursa yer, bir tarlaya girmeye görsün önce yerle bir eder sonra yer amını siktiğim arsız piçi. Haa bir de en pis tarafı bu piç tarlaya planlı dalar! Bekler ibine tam olgunlaşma zamanında dalar lan planlara bak amk ya. Neyse işte bu nedenle bu örnekler fena örneklerdir ilgili adreslere gitsin, ha gitmeyecek tabi ''onlar internet görse gavur icadı derler'' (cehalet suresi 1'nci ayet) ama ben yine de gönderiyorum.


Şimdi abicim bunlar ne diyorlar musa ile bir bilgin kişi vardı ya ha işte o hızırmış. Üzerine de geçirmişler ne kadar hurafe yığıntı varsa. İşin gerçeği oradaki bilgin kişinin hızırla mızırla alakası ilgisi yoktur. Hızır yeşillik demektir ve baharı simgeler/anlatır. Baharın/hızırın neye yetiştiği de bellidir. Ölü olan toprak canlanır hayat bulur, çiçekler açar zenginlik gelir, sevgi barış kardeşlik vs... Olayın en özet hali budur fakat ben bilgin kişiye hızır diyen ruh hastaları için o mevzuyu da komple olarak alıntılıyorum, haydi eyvallah.



60Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.

61Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.

62Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.

63Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.

64Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.

Surenin bu ayetlerinde Musa peygamberin eğitim sürecinden bir bölüm nakledilmektedir.

Kıssanın giriş mahiyetindeki bu bölümünde, Musa (as), kafasındaki takıntıları gidermek [bunalımdan kurtulmak] için bilginlerin toplandığı yere gidip sıkıntılarına çare aramayı düşünmektedir. Bu konuda azim ve kararlılık içindedir. Nihayet yola çıkarlar ve “iki bilginin toplandığı yerde”  -henüz aradığı yerin burası olduğunu bilmemektedir- ikisi de hutlarından  [bunalımlarından, sıkıntılarından] kurtulurlar. Bunalımları denizde [bilgin kişide] çekip gider. Sonra oradan ayrılırlar. Musa (as), delikanlıdan yemek istediği zaman delikanlı, Musa’ya (as) bunalımdan kurtulduğunu, fakat bunu Musa’ya (as) söylemediğini; bilerek, şeytana [İblisine] uyarak böyle yaptığını itiraf eder. Aslında Musa da (as) kendisine problem edindiği konuları halletmiş ve o da bunalımdan kurtulmuştur. Yanındaki delikanlı ile yaptığı bu konuşmadan sonra asıl aradığı yer olan “iki bilginin toplandığı yer”in orası olduğunu anlar ve “işte bu aradığımızdı” der. Böylece geldikleri yoldan hemen geri dönerler.

Bu kıssa Kitab-ı Mukaddes’te yer almadığı için kıssada geçen Musa’nın Tevrat sahibi Musa Peygamber olmadığı, söz konusu kişinin bir başka Musa olduğu ileri sürülmüştür. Hatta bu Musa’nın  “Gılgamış [Gılga-Mesh] adının Arapçalaşmış şekli olduğu, Kur’ân’da anlatılan olayın Gılgamış Destanı ile bağlantılı olduğu da iddia edilmiştir. Bazı rivayet tefsirlerinde bu konuyla ilgili çok farklı görüşler ortaya konmuştur.

Bize göre, kıssada adı geçen Musa, Kur’ân’daki özellikleri itibariyle Musa peygambere uygundur. Bu konudaki diğer söylentiler dikkate alınacak bir niteliği haiz değildir.

Musa’nın bu serüveni ne zaman yaşadığına gelince: Musa’nın (as) Mısır’dan Medyen’e yalnız kaçtığını ve orada bir aile kurduğunu biliyoruz. O döneminde Musa garip ve fakir birisidir. Medyen’e yalnız ve bekâr olarak gitmiştir. Orada evlenmiş, Medyen’deki sözleşmesi bittikten sonra da oradan ayrılmıştır. Kasas/29’da, ehli [eşi, çocukları, yakınları ve hizmetçileri] ile birlikte yola çıktıkları bildirilmekte, ancak nereye gitmek istediği belirtilmemektedir. Kıssada anlatılan bu macerayı Medyen ile Tur dağı arasındaki bir dönemde yaşamış olmalıdır.

Mûsâ'nın bunalımı, kendisine Firavun'u öldürerek İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma görevi verildiği zaman bunu neden yapacağı ve nasıl başaracağı konusundaki endişeleridir. Zira bilindiği gibi Musa daha evvel birisini öldürmüş, bu suçu nedeniyle çok üzülmüş ve vicdan azabı çekmiştir.

Mûsâ bu kıssada bunu nasıl başaracağını ve Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; dolayısıyla da Firavun'u neden öldüreceğini öğrenecektir.

Musa peygamber ile ilgili bu pasajda da Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim kıssasında olduğu gibi müteşabih [allegorik, sanatsal ifadeli] bir anlatım söz konusudur. Bu nedenle bazı sözcükler üzerinde özellikle durulmalıdır:

MUSA’NIN DELİKANLISI

“فتى Fetâ”, “sağlam genç, yiğit delikanlı” demektir.[18] Sözcüğün çoğulu “fityetün”dür. Sözcüğün çoğul hali yine bu surenin baş kısmında [Kehf/10, 13’te] Ashab-ı Kehf için kullanılmıştır. “Fetâ” sözcüğü “filan kişinin fetası / filancanın genç yiğidi” şeklinde herhangi bir şahsa izafe edilerek kullanıldığında, genellikle o şahsın hür veya köle hizmetçilerini ifade eder. Arap dili buna uygundur.

Gencin kimliği ile ilgili Kur’ân’da bilgi verilmemiştir. Ancak Musa’nın Medyen’den ehli/ailesi/yakınları ile birlikte ayrıldığı [Kasas/29] bilinmektedir. Bu genç yiğit Musa’nın (as) ehlinden birisidir; ama oğlu, ama kardeşi, ama uşağıdır. Kur’an’dan anladığımıza göre, Musa (as) Medyen’den zengin birisi olarak ayrılmıştır.

Bu genç ile ilgili birçok rivayet ortaya atılmıştır. Gencin isminin şu veya bu olmasının önemi yoktur. Konunun bize verdiği mesajlar onun ismi ve kimliği üzerine kurulu değildir. Ayrıca kimliğini ön plana çıkaracak şekilde delikanlıya muteber bir isim bulmak da anlamsız ve Kur’ân terbiyesine aykırıdır.

Literatürdeki seyahatnamelere, özellikle de feodal dönem seyahatnamelerine bakıldığında, Marco Polo, Evliyâ Çelebi, Robinson Crusoe, Strabon, Piri Reis, İbn Batuta, Mark Twain, Henry Miller ve Paul Bowles gibi seyyahların/gezginlerin birer hizmetçilerinin/yardımcılarının olduğu görülür.

İKİ DENİZİN TOPLANDIĞI YER

Bu güne kadar ayetlerin Mekkî oluşu ve müteşâbihliği göz ardı edilip olay coğrafi olarak ele alınmıştır. Bu yaklaşım nedeniyle de yeryüzünün her tarafında “iki denizin toplandığı yer” nitelemesine uygun mekânlar aranmıştır.  Kimi Karadeniz ve Hazar Denizi arasını, kimi Ermenistan’da Kur ve Res [Aras] nehirleri arasını, kimi Akdeniz ile Kızıldeniz arasını, kimisi de Ürdün ile Kuzum nehirleri arasını bu niteliğe uygun bulmuştur. Söz konusu coğrafî mekânın Antakya, Eyle, Atlas Okyanusu kıyısındaki bir Endülüs şehri, Afrika’da Tanca, Amerika kıtasında Panama olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, İstanbul Boğazının Karadeniz’e çıkışı olan Anadolukavağı veya Çanakkale Boğazının çıkışındaki Gelibolu Yarımadası olduğu görüşünü dile getirenler de olmuştur.

Paragrafa  göre, Musa’nın gideceği, arayacağı şey “ صخرة sahra [kaya]”dır. Hutlarını orada [iki denizin toplandığı yerde veya iki denizi toplayan şeyde] unutmuşlardır. Genç adam, 63. ayette geçen ikrarına göre, Hut’u Sahra’da [Kaya’da] unutmuştur, terk etmiştir, bir bakıma ondan kurtulmuştur. Bu durumda, Sahra [Kaya] ile Mecmeu’l-Bahreyn  [İki Denizin Toplandığı Yer] aynı yer veya aynı şeydir.

 صخرة SAHRA

“Sahra” “Büyük kaya” demektir.[19] Ayette geçen [صخرة ] Sahra/ Büyük Kaya, bugün Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’nın [Mescid-i Aksa’nın] yakınında bulunan ve “Sahratullah” olarak bilinen Kaya’dır. Yahudiler de orayı “Ağlama Duvarı” olarak anmaktadırlar. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Davud ve Süleyman peygamberler, ataları Musa peygamberden bu yana bir ilim merkezi olması sebebiyle Beytü’l-Makdis’i orada inşa etmişlerdir. Söz konusu Kaya’nın kutsal kabul edilmesine de bu olaylar neden olmuş olsa gerektir.

Sahra/Kaya sözcüğü, başına özel isim yapma eki olan  “El” takısı alarak “ الصّخرة Es-Sahra” olmuş ve böylece özel bir isim haline getirilmiştir. Sözcüğü “Sahratullah” olarak da özel isim haline getirmek mümkündür.  Lokman/16’da ise sözcük nekra [belirsiz] olarak yer almıştır.

BAHR [DENİZ]

“ البحرBahr” sözcüğü “genişlik ve açık yüzlülük” demektir. Denize “bahr” denmesi genişliğinden, enginliğinden dolayıdır. “Bahr” sözcüğü aynı zamanda “çok bilgili kişi” demektir.[20] Mecaz olarak ise “çok bilgili, saygın kişi” demektir.[21] Bilindiği gibi, Türkçemizde de çok bilgili insanlar için “derya gibi adam” deyimi kullanılmaktadır.

Buradan hareketle, ayette geçen “mecmau’l-bahreyn [iki bahrin toplandığı yer]” ifadesinin coğrafi olarak “iki denizin toplandığı, birleştiği yer” demek olmayıp “iki bilgin kişinin toplandığı yer” anlamında olduğunu söyleyebiliriz.

Pasajdan açıkça anlaşıldığına göre, Musa bu “iki denizin buluştuğu yer”e gitmek niyetiyle yola çıkmıştır. “Ben iki denizin toplandığı [iki bilgin kişinin toplandığı] yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demesi, bu konudaki kararlılığını göstermektedir. Genç hizmetçisine yaptığı açıklamadan, bilgi toplamak için yıllarını harcamayı göze aldığı anlaşılmaktadır. Daha sonraki ayetlerden de anlaşılacaktır ki, Musa’nın bu seyahatteki amacı ticaret değil, bilgi sahibi olmaktır; zihnindeki problemlerini çözmek, karamsarlıktan ve bunalımdan kurtulmaktır. Zira Musa elçilik görevine hazırlanmadan evvel birçok badirelerden geçirilmiştir, eğitilmiştir.

37Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!

41Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim.

                                                                                                    (Ta Ha/37- 41)

Musa ve delikanlının Kehf suresinde anlatılan yolculukları ve Musa’nın bu yolculuktan öğrendikleri de onu peygamberliğe hazırlama işlemlerindendir.

Pasajda üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da genellikle “balık” diye çevrilen “hut” sözcüğüdür. Sözcükle ilgili olarak daha önce A’raf suresinde yaptığımız açıklamayı, öneminden dolayı kısaca tekrarlamayı yararlı görüyoruz:

HUT

“ حوت Hut” sözcüğü, dilbilimcilerinin bir kısmına göre “balık”, bir kısmına göre de “büyük balık” demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adıdır. Ayrıca eski çağlardan beri burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.

Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.

Sözcüğün kökü olan “حوت hvt”, Arap dilinde “hut” ve “havt” olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlardan ilki olan “Hut”, Bedeviler arasında “ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]” anlamında kullanılmıştır.

“Havt” ise “kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması” anlamındadır.[22] Bu anlamlardan anlaşılacağı üzere, “hut” sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı “semek”tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemeye ara verme nedenlerinin doymaları değil de tıkanmaları olması, bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları bilinen bir durumdur. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.

Buna göre, “hut” ve “havt” sözcüklerinin anlamlarını “hırs, doyumsuzluk” olarak ifade etmek mümkündür.

“Hut” sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima “sebebiyet mecaz-ı mürseli” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan “hırs ve doyumsuzluk” zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu “bunalım ve karamsarlık” kastedilmektedir. Musa’nın bunalımının nedenini yukarıda açıklamıştık.

Şimdi pasajı tahlile devam edelim:

“Bu şekilde geçtikleri zaman o [Musa], delikanlısına: ‘Getir kuşluk yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk’ dedi” ayetinin metnine dikkatle bakıldığında, Musa’nın genç arkadaşından kuşluk yiyeceklerini istediği fakat “hutu getir de yiyelim” demediği görülmektedir. Ancak genç adam yemeği getirdi mi, getirmedi mi; yemeklerini yediler mi, yemediler mi; bize bildirilmemektedir. Musa kuşluk yemeği istediği bir anda, genç adam “Gördün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben hutu unuttum/ terk ettim; ve onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu/ terk ettirdi. O [Hut], şaşılacak bir şekilde denizde yolunu edindi” demektedir. 61. ayetteki ifadeye göre ise sadece genç adam unutmamış, Musa da hutunu unutmuştur/terk etmiştir; yani dertten kurtulmuş, rahatlamıştır.

HUT’UN BAHRDE [BİLGİN KİŞİDE] KAYBOLMASI:

Musa ve yardımcısının sıkıntıları, karamsarlıkları, bunalımları Büyük Kaya’da bilginler arasında yaşadıkları şeyler vasıtasıyla ortadan kalkmıştır. Sanki denizde bir balığın derin bir deliğe dalıp kaybolup gidişi gibi olmuştur.

Olay deniz ve balık sembolleri ile anlatıldığından, ifadeler dağdağalıdır.

64. ayetteki “O [Musa], ‘İşte bu, aradığımızdı!’ dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler” şeklindeki genel ifadeye göre, Musa’nın aslında aradığı yeri bulduğu fakat aradığı yerin orası olduğunu anlayamadığı anlaşılmaktadır.

Büyük Kaya’nın orada yaşadıkları olaylara - orada deniz gibi bilgiye sahip kimselerle karşılaşıp sıkıntıdan, bunalımdan kurtulmalarına- bakılırsa, Musa’nın varmak istediği yer; iki denizin birleştiği [bilginlerin toplanıp bilgi alışverişi yaptığı, bilgisizleri bilgilendirdikleri, zihinsel problemleri çözdükleri] yer orası olmalıydı. Oraya dönüp bir şeyler daha öğrenmeliydi. Bu nedenle hemen gerisin geri o Büyük Kaya’ya döndüler.

65Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.

Musa ile delikanlı geri döndüklerinde, iki bilginin buluştuğu o yerde [Kaya’da] bir kişi ile buluşurlar. Bu kişi, Allah’ın kendisine ilim ve rahmet vermiş olduğu bir kuldur.

Kanaatimize göre, Musa ile yardımcısının Sahra’da buldukları bu kul bir peygamberdir. Çünkü ayette “Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik” denmiştir. Aşağıdaki Kur’an ayetleri, Yüce Rabbimizin bu ifadeyi peygamberlik nimeti için kullandığını göstermektedir:

31Yine onlar: “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler.

32Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.

                                                                                     (Zühruf/31, 32)

86Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/ yardımcı olma.

                                                                                       (Kasas/86)

Bilgin Kul’un bir peygamber oluşunun diğer delili ise surenin 82. ayetinde duvar doğrultma işini kendi iradesi ile yapmadığını beyan ediyor olmasıdır. Bu demektir ki, duvar altında duran iki yetime ait gömünün varlığı ve bu gömünün belli bir süre daha bulunduğu yerde korunması gereği ve dolayısıyla bunun icabı olan duvarın doğrultma işi Bilgin Kul’a [peygambere] vahiy ile telkin edilmiştir.

Yukarıdaki delillere dayanarak peygamber olduğunu söylediğimiz “bilgin kul” hakkında Kur’an’da başkaca bilgi verilmemiştir. Bu durumda, onun da Nisa/164 ve Mü’min/78’de peygamberimize adlarının ve kıssalarının haber verilmediği bildirilen peygamberlerden olduğu anlaşılmaktadır.

66Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.

Musa “Bilgin Kul” ile tanışmış ve onun bilgin birisi olduğunu, doğru yolu bulma konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu anlamıştır. Ondan “doğru yolu bulma konusunda ona öğretilenlerden öğrenmek için” öğrencisi olmayı istemektedir.

67,68Âlim ve rahmete mazhar kul: “Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!” dedi.

Musa’nın o yöre ve “Bilgin Kul” hakkında bilgisinin olmadığı bellidir. Çünkü o bölgeye yeni gelmiş ve “Bilgin Kul” ile yeni tanışmıştır. Buna karşılık “Bilgin Kul”un ifadelerinden, onun o yörenin insanı olduğu ve bir takım görevleri olduğu anlaşılmaktadır. Zira “Bilgin kul”, Musa ile birlikte oldukları takdirde meydana gelmesi muhtemel olaylar karşısında Musa’nın idrakinin bu olayları almayacağını ve sabredemeyeceğini öngörmektedir. Yani “Bilgin kul”, belli bir görevi ifa etmek için dolaştığı o bölgede, o bölgeyi iyi tanıdığı için bazı olumsuzluklarla karşılaşabileceğini tahmin edebilmekte ve Musa’nın da bunlara sabredemeyeceğini düşünmektedir.

69Mûsâ: “İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem” dedi.

70Âlim ve rahmete mazhar kul: “O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar.”

Pazarlık yapılmış ve “Bilgin Kul”, kendisi açıklama yapıncaya kadar tanık olacağı herhangi bir olay hakkında soru sormaması şartıyla Musa’nın kendisiyle beraber gelmesine izin vermiştir.

Dikkat çeken noktalardan biri de, kıssanın bundan sonraki bölümlerinde artık Musa’nın genç yardımcısından söz edilmiyor olmasıdır.

71Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: “İçindekileri boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” dedi.

72Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.

73Mûsâ: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.

Bilgin Kul, bindikleri gemide hasar oluşturunca, Musa dayanamaz ve ona “İçindekileri boğman için mi onu yırttın; parçaladın? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” der. Bilgin Kul da “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?’ demedim mi?” diyerek anlaşmayı hatırlatır. Bunun üzerine Musa “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük  çıkarma!” diyerek özür diler.

Bilgin Kul’un kendisi o çevreyi tanıdığı gibi, gemi sahipleri ve yolcular da “Bilgin Kul”u tanıyor ve ona güveniyor olmalılar ki, onun gemiyi yaralamasına engel olmamışlardır. Ne “bilgin kul”, ne de o yöre hakkında bilgisi olmayan Musa ise bu işe karşı çıkmıştır.

Bu olayda herhangi bir olağanüstülük, esrarengizlik yoktur. Kulun gaybı bilmesi gibi bir durum da söz konusu değildir.

74Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi.

75Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.

76Mûsâ: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam” dedi.

Bilgin Kul ile Musa yola devam ederler. Nihayet bir delikanlıya rastlarlar. Bilgin Kul bu delikanlıyı öldürür. Bunun üzerine Musa “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” diyerek olayı kınar. Bunun üzerine Bilgin Kul, Musa’ya “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” diyerek seyahat şartlarını hatırlatır. Musa da “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık   etme! Kesinlikle tarafımdan özre erdin [kovarsan darılmam]” diyerek tekrar son özrünü bildirir.

Ayette geçen “ غلام Gulam” sözcüğünün orijinal anlamı, “cinsel ilişkiye alabildiğine düşkün ve arzulu olan” demektir. Bu özellik, çocukluk yaşından çıkmış kimselerde olur. Bu da delikanlılık çağıdır. Gulam/ delikanlı sözcüğü, şeyh/ ihtiyar sözcüğünün zıt anlamlısı olarak kullanılır.[23]

Ayetteki “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey ...” ifadesinden, “gulam”ın erişkin birisi olduğu anlaşılmaktadır. Musa bu katil olayının ancak “kısas” yoluyla yapılabileceğini ileri sürmüştür. Çocuk yaşta birisi başkasını öldürürse ona kısas yapılmaz. Buradaki olay  kısasa uygun görüldüğüne göre, “gulam” çocuk değil, erişkin bir delikanlıdır.

Delikanlının öldürülmesine Musa’dan başka karşı çıkan da olmamıştır. Demek ki, “Bilgin Kul”un delikanlıyı niçin öldürdüğünü o beldenin insanları, öldürülen delikanlının yakınları; ana-babası ve herkes bilmektedir. Aksi halde bir yabancının gelip de memleketlerinde kendilerinden bir delikanlıyı öldürüp elini kolunu sallayarak çekip gitmesine kimse kayıtsız kalmazdı.

“Gulam”ın öldürme gerekçesi surenin 80 ve 81. ayetlerinde açıklanmıştır.

77Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın” dedi.

Bilgin Kul ile Musa yine yola devam ederler ve bir kente uğrarlar. Acıkmış oldukları için o kenttekilerden yiyecek isterler. Kenttekiler onlarla ilgilenmezler. Anlaşılan o ki, “Bilgin Kul” bu kentte tanınmamakta ve bilinmemektedir.

Buna rağmen Bilgin Kul, yıkılmak üzere olduğunu gördükleri bir duvarı tamir edip doğrultur. Musa yaşananlar karşısında yine dayanamaz ve Bilgin Kul’a “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” diye sitem eder.

78-82Âlim ve rahmete mazhar kul: “İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim:

“Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün sağlam, güzel gemileri gasp edip alan bir kral vardı.

Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.

Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!”

Bilgin Kul, “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabra takat getirmediğin şeylerin tevilini haber vereyim” diyerek Musa’nın siteminden sonra Musa’ya “Gemi olayına gelince …” diyerek olayları anlatmaya başlar.

GEMİYİ YARALAMA OLAYI

Bilgin Kul, “Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu   kusurlu hale getirmek istedim. Ötelerinde de bütün gemileri   gasp edip alan bir kral vardı” diye açıklamada bulunur.

Anlaşılan o ki, Bilgin Kul bu bölgede tanınan ve o yöreyi iyi bilen birisidir. Bunun kanıtı, bindikleri geminin sahiplerini tanıması ve öteki kıyıda hüküm süren zalim kraldan haberdar olmasıdır. Bunları bildiği için gemiyi yaralamış ve zalim kralın gemiye el koymasını engellemiştir.  Gemi sahipleri ve gemideki yolcular da “Bilgin Kul”u tanıyıp ona güvenmektedirler ki, ona engel olmamışlar ve gemiye verdiği zararın karşılığını talep etmemişlerdir.

Not: Eldeki mushafta, 79. âyetin metninde “ صالحةsâlihatin” ifadesi yoktur. Zemahşeri, Keşşaf’ta Ubyy ve Abdullah ibn-i Mes’ud mushaflarında âyetin “ كل سفينة صالحة… küllesefinetin salihatin …” şeklinde olduğunu bildirir.[24] O nedenle biz,  mealde bu ibareyi ve cümledeki “kusurlu hale getirmek istedim” ifadesini dikkate alarak “tüm sağlam, güzel gemileri” diye meallendirdik.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, “Bilgin Kul”un gemideki hasarı kendi iradesi ile yapmış olmasıdır. Bu hususu kendisi de “  فاردت ان اعيبها  Ben onu kusurlu hale getirmek istedim” diyerek beyan etmiştir.  Burada gaybı bilme gibi olağan dışı, sır bir durum söz konusu değildir.

DELİKANLININ ÖLDÜRÜLMESİ

Bilgin Kul, delikanlıyı öldürme gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: “Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mümin kimselerdi. İşte o nedenle biz,  onun, o ikisini   azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve   merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.”

İfadelere dikkat edilirse, öldürme olayında Bilgin Kul’un yalnız olmadığı görülür. Olayda Bilgin kul ile beraber başkaları da vardır. Kıssaya geleneksel açıklamalar doğrultusunda bakanlar, bu ayetlerdeki “korktuk” ve “istedik”  şeklindeki çoğul fiillerin öznelerini uyduramamışlardır. “Bilgin kul”un “Hızır” veya “melek” olduğu iddia edilince, “korkanlar”ın da -hâşâ- Allah ile Hızır veya Allah ile melek olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır.

Ayetlerden anlaşıldığına göre, delikanlıyı öldürme olayı resmî otoritenin; toplum olarak yasalara göre verdikleri bir karar gereği olmuştur. “Bilgin Kul” bu kararın infaz memurudur. Bu nedenle, olayı açıklarken “ فخشينا  korktuk” ve “فاردنا istedik ki” şeklinde çoğul bir ifade kullanmıştır. Eğer delikanlının öldürülmesi o delikanlının yaşadığı kentte yasal bir icraat olmasaydı, hem delikanlının yakınlarının hem de şehir halkının [kamu otoritesinin] “Bilgin Kul”a gerekli tepkiyi göstermeleri ve onu cezalandırma yönüne gitmeleri gerekirdi.

Görüldüğü gibi, “delikanlının öldürülmesi” olayının bilinmeyecek, yadırganacak, batın ilmi ile açıklanacak herhangi bir yanı yoktur. Normal, yasal bir bir uygulamadır. Ne var ki, Musa, o yörenin yabancısı olduğundan bunu bilmemektedir.  Musa, “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?” diyerek bir insanın sadece kısas ile öldürülebilineceğini ileri sürmüştür.

Hâlbuki şer’an [yasal açıdan] insan sadece kısas için öldürülmez; Allah’a savaş açanlar da öldürülür:



33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan;  bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

                                                                                              (Maide/33)



Dikkat edilirse, 80. ayette “Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk” denilmektedir. Bu ifadeden de delikanlının mümin anne ve babasını dinden çıkarmak için çaba sarf ettiği [Allah ile savaştığı] anlaşılmaktadır. Yani bu durumda Maide suresinin 33. ayetine göre onun öldürülmesi meşru bir olaydır

. DUVAR OLAYI

Bilgin Kul, duvarı doğrultma işinin içyüzünü açıklarken “Duvara da gelince; o, şehirde iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım” demektedir.

Görüldüğü üzere, Bilgin Kul, “Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi [ فاراد ربّك ]” diyerek işin Allah tarafından yaptırıldığını açıklamaktadır. Ayrıca “Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım” demek suretiyle de sadece duvar olayını kendi görüşüyle yapmadığını beyan etmektedir.

Demek oluyor ki, Bilgin Kul’a bu üç olaydan sadece üçüncü olay vahiy ile bildirilmiştir. Yani “Bilgin Kul”un kendi bilgisi ve iradesiyle gerçekleştirmediği olay sadece duvar doğrultma işidir.

Ayetin orijinalindeki “ وما فعلته عن امرى  ve mâ fealtühü an emrî” ifadesi, tefsir ve meallerin ekserisinde [hemen hemen hepsinde] “ve ben bunların hiç birini kendi görüşümle yapmadım” diye çevrilmiştir. Bu çeviriye göre, üç olaydan hiç birinde “bilgin kul”un kendi görüşü ile davranmadığı, her üç olayda da aldığı vahiyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Oysa bu çeviri yanlıştır. Doğru çeviri “Ve ben onu [duvarı doğrultmayı] kendi görüşümle yapmadım” şeklindedir.

Rivayetçilerin ve dirayetsizlerin yanlış meal ve tefsirlerinin doğru olabilmesi için ayetin orijinalinin “عن امرى فعلتهن وما   Ve mâ fealtühünne an emrî” şeklinde yani çoğul olarak olması gerekirdi. Ancak bu takdirde cümlenin anlamı, “Ben onları kendi görüşümle yapmadım” şeklinde olurdu. Hâlbuki ayetin orijinali böyle değildir. Zamir “onu” şeklinde tekildir.

Bu olaylarla, Musa, mısıra döndüğü zaman izleyeceği yolu öğrenmiş oldu.

Sonuç olarak, rivayetlerin, masalların, menkıbelerin ayetin orijinal anlamını ihmal ettirdiği anlaşılmaktadır.
http://www.istekuran.com/index.php?page=kehf






14 Nisan 2014 Pazartesi

SU BU GEZEGENE NASIL GELDİ (KURAN'DAN DELİLLERİ İLE)

Selam yavrular, güle güle yavrular :D ... 


Bunu bilerek ölmek bilmeden ölmekten daha evla değilmidir?

Bütün cağların en büyük bilim adamı Ebu Reyhan Muhammed ibn Ahmet al-Biruni

__________________________

Son 35 sendir su aşağıda ki haberi ve yazıyı anlatarak ömür tükettim Türkiye’de…. Oysa arkamdan “ bu adam deli galiba” diyen tarikatçı, şeriatçı sahte Müslümancıların ve diplomalı kara cahil lambasız sahte aydınların sayısı hiçte az değildi…
Temmuz 04 / 2004…. Kozmik şov;  370 kilogramlık bakır mermi METEORA saatte 37 bin kilometre hızla çarptı. Çarpışma anında iki patlama oldu, büyük bir toz ve BUZ, SU kütlesinin uzaya dağıldığı gözlendi.
NASA nin konu ile ilgili resmi sitesidir: http://solarsystem.nasa.gov/deepimpact/index.cfm
Bakin, elin oğlu neler yapıyor.... ve siz…?
1977 de Ozon tabakasının 1987 de kesinlikle yırtılacağını matematik ve Lab deneyleriyle KUR'ANI KERIMDEN edindiğim bilgilerle kanıtladığım zaman, bana ilk karşı çıkan ve arkamdan da " Kemal hoca DELIRDI galiba "  diyen, Turhal / Tokat daki Müslümanlardı.... hala değişen bir şey yok son 35 senedir.... bir şahidim de C. Bas savcısı Necmi Ümiter idi....
siz neye layık iseniz, Yüce Allah sizi layık olduğunuz ölçülerde/degerle yönetir.....ne fazla ne eksik....
Aşağıdaki yazıyı dikkatle iki kez okuyun lütfen… Temmuz 04/2004 de Amerikalıların yaptığı bu kozmik show’s; 1977 de KUR’andan bularak 1990 da Türkiye’de basılan kitaplarıma aktardım, anlatmadığım yer kalmadı…. Fakat ne bana, nede KUR’anin bilimselliğine inanan tek bir fert dahi bulamamıştım….
BU PROJEYI NASAYA  BIZ VERDIK, 1990 DAN  2004 DE KADAR BINLERCE DUNYA UNIVERSITELERINE DE GONDERDIM… ANCAK !!!.....
Simdi ise Gavur dediğiniz bu adamlar, benim 1977 de kesif ettiğim ve yayınlanan kitabımda da açıkladığım KUR’anin ispatini ortaya koydular….
Bana Turkiyede : bırak artık DIN, Min denen şeyleri, sen önemli isler yapıyorsun, bilim tarihine geçeceksin… DINDAR olan bir kişi bilim adamı olamaz. Senin ne isin var Kur’an’la, dindarlıkla “ diyen sayısız şahsiyetsiz  profesör ünvanlı şarlatan tamirim….
Konumuz: SU ve HAYAT,  bu gezegene nasıl geldi?

Subject: How water came to this planet? Who made it? When and how? Which techniques They / He used? How the water not escaping from this planet?

Su bu gezegende nasıl oluştu, nasıl  bir teknikle bu gezegende durmaktadır, neden uzaya uçamamaktadır, suyu bu gezegende tutan kuvvet ve sebep nedir?

Bu gerçeği 1975 senelerinde bulmama rağmen, su ana kadar yaptığım sayısız araştırma ve deneylerle doğruluğunu kanıtladığım ve zamanı geldiği kanaatinde olduğum için bu kısa yazıyı hazırladım.  Evrensel gerecekleri içeren Kur'an Bilimlerine hizmet etmek, İnsanlığa hizmet etmek için.....

Su ana kadar, bilimsel hiç bir yöntem veya analizle bulunamadı ki, SU nasıl bir yöntemle bu gezegende oluştu ve neden dünyamızda 71% oranında  bulunmaktadır? Oysa SU aslında sıvı değil H2 ve O bileşiği bir gazdır.

Kur’an’la, dindarlıkla “ diyen sayısız şahsiyetsiz  profesör ünvanlı şarlatan tamirim….
Konumuz: SU ve HAYAT,  bu gezegene nasıl geldi?

Subject: How water came to this planet? Who made it? When and how? Which techniques They / He used? How the water not escaping from this planet?

Su bu gezegende nasıl oluştu, nasıl  bir teknikle bu gezegende durmaktadır, neden uzaya uçamamaktadır, suyu bu gezegende tutan kuvvet ve sebep nedir?

Bu gerçeği 1975 senelerinde bulmama rağmen, su ana kadar yaptığım sayısız araştırma ve deneylerle doğruluğunu kanıtladığım ve zamanı geldiği kanaatinde olduğum için bu kısa yazıyı hazırladım.  Evrensel gerecekleri içeren Kur'an Bilimlerine hizmet etmek, İnsanlığa hizmet etmek için.....

Su ana kadar, bilimsel hiç bir yöntem veya analizle bulunamadı ki, SU nasıl bir yöntemle bu gezegende oluştu ve neden dünyamızda 71% oranında  bulunmaktadır? Oysa SU aslında sıvı değil H2 ve O bileşiği bir gazdır.

Bu arada hatırlatmak amacıyla kısaca açıklayayım: Hidrojen genellikle iki hidrojen atomunun bir kombinasyonu olarak ele alınır ve buna H2 veya HH denir  veya moleküler hidrojen denir. Su’yu oluşturan atomik değil moleküler hidrojendir. Hidrojenin olağan izotopu (H) Prosyum olarak bilinir. "Hidrojen", tıpkı Arapça'daki karşılığı "mûvellidü'l-ma" (su meydana getiren) gibi Yunanca'da da "su oluşturan" manasına gelir ("su" mânâsını karşılayan "hydro", ve "oluşturan" anlamındaki "genes"). İlk defa 1776'da Henry Cavendish tarafından izole edilen, 1784'te su buharını kızdırılmış metal üzerinden geçirerek hidrojen ve oksijenine ayıran Antoine Laurent de Lavoisier tarafından isimlendirilen hidrojen Kâinat ‘ta en fazla (%92,7) ve en yaygın bulunan elementtir.

Kısaca oluşum tarihimize bir göz atalım. Bu gezegen 4,6 milyar sene once ilk oluştuğu zaman, kızgın  bir ateş topundan başka bir şey değildi. Ilk ikinci milyar senede soğudu ve ardından milyonlarca senede ancak kabuklaştı ve nasıl olduysa kati kütlenin 71% kadarı birerlere gitti ve yerine SU geldi !!!… ve su anda bildiğiniz gibi güllük gülistanlık harika bir gezegen oldu.

İste sorunda burada…  kati kütleyi kimler nereye nasıl götürdü? Ve  SUYU kim nasıl bir teknikle bu gezegene


getirdi? Şayet SU bu gezegende oluştu ise, !!!! hangi teknikle ve nasıl bir  yöntemle? SU ANA KADAR HIC KIMSENIN AKLINA GELMEDI BU SORU DEGIL MI? Fakat insan maymundan mi, dinozorlardın mi geldi diye düşünen ve çığıran pek çok oldu.... ne komik değil mi?

BILIM dediğimiz erdem, bu gerçeğin detaylarını öğrenmeden hiç bir yere hiç bir şekilde gidemez. Ancak bomba yapar veya ozon tabakasını deler. Nitekim deldi de !!!....

Bilindiği gibi, SU, iki hidrojen be bir oksijen atomunun 104.45 derecelik açıyla birbirlerine bağlanmasıyla oluşan bir sividir. Kimyasal yapısında:
R = 2.976 (+0.000, -0.030) Å, a = 6 ± 20°, b = 57 ± 10° .

b The tetrahedral acisi ise: 180-cos-1(1/3)°; 109.47122° = 109° 28' 16.39".

Suyu elektroliz dediğimiz bir yöntemle ayrıştırmaktayız ve buna Brown gazi da denmektedir.  Yani SU, elektroliz düzeneğinde hidrojen ve oksijen olarak ayrışır ve gaz haline gelir. Oysa Muhiddin Ibn Arabi 1200 lerde  suyun durmaksızın titreştiğini fakat bizim bunu fark edemediğimizi belirtmişti... ancak < biz gavur icatlarını istemezuuuuuk> diyenler tarafından da Suriye şamda 1211 de KATL edildi...

Bu ayrışmış gaz bir düzenekle tekrar birleştirilir ve küçük bir alevle ateşlenir ve ISI  energysi açığa çıkarken, gazin büyük bir bolumu tekrar su haline dönüşür.

Benim, su anda Orlando Floridada laboratuvarımda yaptığım bir dizi deneyle de bu sureci tekrarlamakta ve bir dizi yeni TEMIZ energy türleri, daha doğrusu kullanılma alanlarını tayin etmekteyim. Bunların en önemlisi ise Roketlerin  uzayda itme (propulsion) energysi olarak kullanılmasına çalışmaktayım.

DIKKAT !..

Bildiğiniz gibi;  SAFLASTIRILMIS SUYU electroliz yöntemiyle ayrıştırıyoruz ve bir tanktan diğerine ve ikinci bir tankta ise meydana gelen su gazinin saflığı artırılıyor  ve kullanmak için nihanı tanka pompalıyoruz. Bu süreç su anda technologynin ticari alanlarda kullandığı bir yöntemdir. Ve bu sistem (unite) gayet randımanlı olarak çalışmaktadır.


Bu, SU, gaz tanklarında artık SU değil, iki hidrojen ve bir oksijen (HHO=H2O) atomlari gaz halinde bulunmaktadır  ve buna da SU gazi veya Brown gazi demekteyiz.

Bu tanklarda basinc 63 PSI ( Pound Square Inches ) kritik basınç değerini geçtiği an bu H2 O gazi derhal ve tekrar birleşiyor ve SIVI, yani gaz SU haline gelmektedir.  Yani HH+O gazi 63 PSI basınçtan sonra hemen Sıvı haline geliyor... yani SU oluyor....

Gazi  SIVI SU haline getiren en büyük faktörün, dişardan gaza uygulanan basınç olduğundan hiç bir kuşkumuz yoktur artık.

DIKKAT !...

Gezegenimizde 72% oranında bulunan SU aslında SIVI değil tamamen bir gazdır. Yani, Su sivisinin gerçek kimliği SIVI ve KATI değil,  HH+O gazidir.

SIMDI DAHADA COK DIKKAT EDELIM LUTFEN!

KUR’ANIN GERCEK MUCIZESI

FUSSILET :  bu kelimenin tek bir anlami vardir;  açıklanmıştır, beyan edilmiştir, artık alenen ilan edilmiş veya bilinmektedir veya mahremiyeti ortadan kalkmıştır, bu dehşet bilginin insanlara ulaştırılmak zamanı gelmiştir…..; seklinde anlamlar içermektedir.

Fussilet, Kur anin 41 Suresidir ve 54 ayetten oluşmaktadır. 

Bu surenin 1nci ve 12 ayetleri systematic olarak  hayatin kaynağı olan SUYUN  nasıl yapılandığını ve Dünyamızdan nasıl uzaya uçmadan kaldığını mükemmel bir bilimsellikle açıklamaktadır.

Asırladır, Kur'ani tefsir veya tercüme etmeye çabalayan cahil-cühelanın bugünkü eseridir ki, milyonlarca İnsan Kur'ana başka bir gözle bakmakta ve yanlış yargılamalarla gerçeği tanımamaktadırlar… be elem verici bir gerçektir.

Yazımın enginliklerine girmeden kısaca  açıklamak isterim ki, genç nesiller ve insanlar Kur'ani, Incil ve Tevrati birilerinin anlatmasıyla değil, bizzat kendileri okuyarak anlasınlar.... hür düşüncelerini ve inanç biçimlerini başkalarının yönlendirmesine müsaade etmesinler...  kendi hür düşünce ve kararlarını aklin matematiği ile biçimlendirsinler...

 Nedir ‘ Aklin matematigi ‘ biliyormuşsunuz?

Yayınlanan kitabımda açıkladığım gibi, bu ve diğer yazılarımda,  metodist bir yöntemle açıklıyorum.  Yani hem öğreneceğiz hem de ne tur enginliklerde duygulanarak Aklin matematigini, bakin ki birlikte yasayarak bulacağız....

Simdi, bir dizi Kur’an ayetini birlikte analiz edeceğiz. 1400 senedir, hiç bir Kur'an tefsircisi bu surenin 8, 9, 10, 11 ve 12 ayetlerini hiç bir şekilde anlayamamış ve hiç bir anlam verememişlerdir. Fakat bol, bol da “ulemalik  “ reklamlarıyla Kur'ani golgelemislerdir.

Gercekten tercümesine ve açıklamalarına saygı duyduğum, Kur’an bilimcisi olan Dr. Süleyman Ateş, bunu itiraf ederek < biz de dahil hiç kimse bunun anlamlarını bilememektedir >  demektedir. En azından bilmediğini beyan etmektedir ki yanlış yamalak ifadelerden kaçınmıştır, kendisini  burada takdir ve derin bir saygıyla anıyorum.  Hernasilsa Profesör olmuş  Öztürk ukalası gibi, bilmediği halde BILIYOR görünerek Kur’anin bakara / 54 uncu ayetinde öylesine şarlatanlıklarla yanlış tercüme etmiştir ki....  ihanetinin cezasını ancak Yüce Allah verecektir...

Asil komumuza devam edelim:

FUSSULET = Açıklanmıştır artık;  artık beyan edilmiştir, alenen ortadadır, açıklanması için zaman gelmiştir, gibi anlamlar içermektedir.

1.     Ha, Mim.

Kur'an Arapçasında bir birinin zıttı olan iki harftir. Sesli ve sessiz gibi algılayabilirsiniz. Yani bir çift ZITLIK ifade etmektedirler. Bu, birinci ZITLIK dir.  Sakin ha bu ilk ZIT cifti unutmayınız.

2.     Rahman ve  Rahimden indirilmistir.  

Yüce Allahin iki sıfatıdır ki birbirinin zıttı ifadeleri içermektedir. Rahman sıfatı, yarattıklarına bu dünya yaşamında merhamet eden ve Rahim sıfatı da, itaatkâr insan öldükten sonra kıyamet de ona merhamet eden demektir. Bu da ikinci ZITLIK  tir.  Yani RAHMAN ve RAHIM sıfatlarının içeriği birbirinin tamamen ZITTI ifadelerdir.

3.   Bilen (bilgisi olan, bilim adamlarının bulunduğu) bir toplum, millet, gurup insan için ayetleri (anlamları ve

 ifadeleri) apaçık açıklanmıştır (gizlisi saklısı, yani mutesabihligi yoktur artık) . Arapça okunan bir kitaptır.

4.     Müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderilmiştir. Fakat çok insanlar yüz çevirmektedirler, iste onlar işitmezler.

Müjdeleyici ve korkutucu ifadeleri ise UCUNCU BIRBIRININ ZITTI IFADELERDIR, KELIMELERDIR.

5.     Dediler ki; “ Bizi çağırdığın şeye karşı  kalplerimiz kılıflar içinde, kulaklarımızda ağırlık ve seninle bizim aramızda bir perde var. Sen istediğini yap, bizde istediğimizi yapacağız.

Kılıflar içinde.....  kulaklarında ağırlıklar ......  mesafe.... bu ifadelere çok dikkat ediniz lütfen....

Bu üç (3) fiziksel ifade Arapça lisanin içinde en mükemmel bir bicimde bilimsel müthiş önemli bir sureci 6.Y.Yil cahil Araplarına ve O devrin kültürüne karşı nasıl kamuflaj ediyor, birlikte göreceğiz..... < 50 senedir FIZIK benim hayatimdir, aşkımdir, benim hala aklim alamıyor bu kadar engin, bu denli mükemmel bir açıklamayı ki: bunu sadece Alemlerin Rabbi yapabilirdi >.....

Bildiginiz gibi kulagimizin ses titresimlerini duymasinin temel technigi, agirlik etkilesim techologysine dayanir; ve,

“ Aramızda mesafeler var “ ifadelerinin  gerçek bir kombinasyonu,  bakin ki bize neleri anlatacak. Yeterki Aklin matematiğini kullanmayı becerelim.

6.         de ki “ bende ancak sizin gibi bir insanim. Bana Tanrınızın bir tek Tanrı olduğu vahiy yediliyor. O’na doğrulun. O’ndan mağfiret (af) dileyin. O’na ortak koşanların vay haline!..

DIKKAT !.. 

7.     Onlar ki zekâtı vermezler ve onlar gelecekteki ahiret  gününe (gerçek anlamda hayatin başlayacağı güne de ) inanmazlar.

8.     İnanıp iyi isler (faydalı çalışmalar)  yapanlara gelince, onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. 


Bu kısma kadar,  7. ve 8. ayetlerde DORDUNCU ZITLIK ifadeleri ayrı olarak açıklandı. Bu demektir ki su ana kadar 4 ayrı zıt kelime içerdiği mevzuyu açıklamak için kullanıldı.

9.     De ki; “ Siz mi arzı (bu ARZ kelimesi yalnız Dunya veya Yer demek değildir, ve  evrendeki tüm madde de Kur’an dilinde ARZ olarak anlatılmaktadır. Yani gravitasyon ektisi olan her şey ARZDIR ki her bir atomun gravitasyon kuvveti vardir) iki günde Yaratan’a nankörlük ediyor ve O’na eşler koşuyorsunuz” O, alemlerin Rabbidir.

DIKKAT !!!...

10. Arza, üstünden ağır baskılar yaptı.   Onda bereketler yarattı ve onda arayıp soranlar için gıdalarını tam DORT günde takdir etti…. (DIKKAT!...sanki ayetin sonu gelmiyor gibi, veya daha devami var gibi bir anda kesilmektedir…).

iste, " USTUNDEN AGIR BASKILAR YAPTIK "  H+H+O (H2O) atomlarini bir arada sivi olarak tutan KUVVET....

11. Sonra, duman ( Duhhan, ince, masif, gözle görünmez duman, gaz gibi bir şey demektir) halinde olan göğe yöneldi, ona ve arza “ isteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. “ isteyerek geldik “ dediler.

Gaz halinde olan göğe yöneldi ve önce ISTEYEREK (olumlu fiil) ve ardından ISTEMEYEREK (olumsuz fiil)  gelin ifadeleri, yani kelime-anlamı kronologysine çok dikkat edin lütfen......

HH ve O serbest haldeyken birbirlerine karşı hiçbir reaksiyonları yoktur ve olamazda. Ancak herhangi nedenle bir araya gelip bir molekül oluşturduğu an, aralarında bir zıtlık veya reaksiyon ve elektromanyetik ve kimyasal bir faaliyet başlar. İşte bu nedenle SU durmaksızın TITRESMEKTEDIR......

İste bu titreşimin, bu aktivasyonun adi; HAYATTIR....

Yine Kur’an/ Enbiya 30: _  Gökler ve yer bitişikti, Biz onları şiddetle (apansız, çok kısa zamanda, şedit bir kuvvetle birdenbire) ayırdık, hayati (canlı)  olan her şeyi sudan yarattık.."…
Biz yine esas konumuza devam edelim:

ISTEYEREK, serbest halde ve evrende 92.7% oranında bulunan gazin adi  moleküler hidrojendir (H2).....  

ISTEMEYEREK, bu iki kelime arasında yaratılan SU artık ciddi bir faaliyet içerdiğinden ve şu anda bile suyun durmazsın hareket halinde olmasının nedeni burada yatmaktadır ki: İngiliz bilimcisi Brown da suyun durmaksızın hareket halinde olduğunu bir dizi polen tozları deneyleriyle kanıtlamıştı.

KISA FAKAT COK ONEMLI BIR ACIKLAMA:
Arza, yani Dünyamıza dişardan orantılı, yani ölçülü ağır baskılar uygulandı ve be nedenle SU bu gezegende SIVI olarak bulunmaktadır. Şayet bu baskı kuvvetleri kaldırılır ise,  dünyamızdaki SU kendisini bir anda uzaya kaptıracaktır!!!....

Bu baskı kuvveti Ayda veya Marsta yoktur... bu nedenle; deney amaçlı Marsta açığa bırakılan  SU bu gezegenlerde bir anda aniden atomlarına ayrışıp dağılacaktır....

Bir litre su alin elinize ve sadece 100 km yukarı cikiniz!!!... elinizdeki su bir anda gas olarak uzaya kaçacaktır...çünkü dişardan uygulanan baskı kuvvetlerinin etkisinden çiktiniz....

BU GEZEGENDE SU ANDA BU IFADELERIME VE BU KISA YAZIMA ITIRAZI OLAN FIZIKCI BIR TEK DAHI OLSUN: BIR BILIM ADAMI VARMI DIR? Ancak akli başında fizikçi bilim adamlarını kast ediyorum....

12. Böylece onları, iki günde (burada sozu edilen “ gun “ bizim dunya zamanimiz değil, evrenin günüdür) yedi gök olarak yaptı, imal etti ve her gök ehline, (her gök katinda  yasayanlara ve maddesel faaliyetlere) emrini vahdetti (yani, yarattığı her şeyin programını yaptı)  Biz, en yakın göğü lambalarla donattık ve onu (çökmesin, büzüşmesin diye) koruma  altında tutuyoruz.  işte bu GUCLU ve BILEN (bilimci) nin takdiridir.

Fussilet 1nci ve 12nci ayetleri kombinasyonu 4 adet ZIT kelimeyle bizi bu noktaya kadar getirdi. 

Su noktaya çok dikkat etmenizi isteyeceğim. Neden 12nci ayetin sonunda Yüce Allahin GUCLU ve ALIM sıfatları kullanıldı?  Neden diğer, Rahim veya Rahman veya Aziz gibi sıfatları kullanılmadı? işte Kur’ani anlamanın bir diğer şifresinde budur... ayetlerin sonunda kullanılan Yüce Allahin sıfatı ayetin bilimsel en gizemli konusunu yönlendirir.


Kendisini alimi ulama ilan eden hokkabazlar 1400 senedir Kur’ani ne amaçla okudular acaba? Mezarlıkta okuyup cesetlere sevap mi sattılar...

Suyun gaz haline getirilmesi hemen her lise fizik laboratuvarında bile yapılabilir ve tanktaki basınç  63 PSI değerini bulduğu anda ise gazin bir anda tekrar  SU haline geldiğini hemen hayretler içinde kalarak gözlemleyebilirsiniz.

DIKKAT !!!..

13. Eğer ( be gerçek bilgiyi öğrenmez de ) yüz çevirilerse, de ki’ Ben sizi  AD ve SEMUD un başına düsen yıldırımlar gibi bir yıldırıma karşı uyarıyorum “...

AD kavmi olarak anlatılan millet, ATLANTISDEN başka hiç bir şey değildir ve bunun tüm bilimsel verilerini < Dünya Atlantis’in Akıbetine Gidiyor > adli kitaplarımda açıklıyorum. Ve Atlantis bir TURK yurdu ve Milletidir...

Bu kısa yazımı, lütfen bir kaç kez tekrarlayarak okuyunuz, ve  duygulanacaksınız ki, artık aklin matematiğine zihninizde işlerlik kazandırıyorsunuz.... Sizde Kur'ani okurken duygulanacaksınız... gerçeği, gerçek bilimi, gerçek matematiği  duygulanacaksınız...  Kur'an sizinle konuşacaktır.... yeter ki okuma için değil, anlamak için okuyunuz... anlamak içinde değil... anladığınızı yasamak için okursanız Kur'an sizinle konuşacaktır... işte gerçeğe ulaşacağınız ilk ve en önemli etmen budur....

Kur’a herhangi bir kitabin veya şeyin adi filan değildir. Kur’an ; okunulacak, duraksamadan  okunulması gereken, okuma ve öğrenme faaliyetlerini  aktif tutan, okunulacak, vs, gibi fiilsel anlamlar içermektedir ki zaman içinde bizim psikolojik algılamalarımız çerçevesinde biz buna KITAB dedik..  Zaten, KITAB kelimesi de özünde,  rafta duran kâğıt tomarı değil, bilgisel faaliyetler kaynağı değil midir?

DIKKAT !..

Bu 12 ayetlik kombinasyon, ayni zamanda atomların nasıl yaratıldığını da açıklamaktadır. Fakat su anda konumuzun  dışında olduğu için burada değinmeyeceğim. Zaten bunu 1167 sayfalık  << Evrende zaman ve hayat, ışıldayan ve titreşen atomlar >> adli eserimizde açıklığa kavuşturduk...

SU BU GEZEGENE NASIL GETIRILDI ?

KUR’ANI KERIM 1400 YIL ONCE YAZIYORDU... 1977 DEN BU YANA DA GIRTLAGIM PATLADI ANLATA ANLATA...

BANA INANAN TEK KISI BULAMAMISTIM... ANCAK JONY veya SOLOMON SOYLEYINCE YAYINLANIYOR....


ABD’li bilim insanlarına göre dünyadaki yaşamı göktaşları getirmiş olabilir.

Bu gerçeği 1977 senesinden günümüze kadar sayısız Üniversiteye ve NASA ya gönderdiğim yazılarla açıklamaya çalıştım. 1999,  Ağustos 29. günü Internet de NASA bir açıklama yaptı.... !!!...

Benim senelerdir gönderdiğim yazılarımı evirmiş cevirmiş (aynen, her nasılsa profesör etiketinin yakasına takmış  Yasar Nuri Öztürk adli şarlatanın 1990 tarihinde yanıtlanan kitabımdan çalıntıları gibi) suyun bu gezegene nasıl geldiğini Texas da tesadüfen bulunan helit kristalleri içeren taşlardan olduğunu yarim yamalak anlatmaya çalışmıştı... Akabinde NASA ya ağır yazılar gönderdim. Ve NASA, ne bana bir açıklama yaptı ne de bu konuya devam etti. Neden mi? Çünkü onlara verdiğim bilgi tam değildi ve onlarda bunun açıklamasını tam yapamayacaklarından susmayı tercih ettiler...

NASA bunu neden mi yaptı? Çünkü bu gerçeği bize Kur’anin açıkladığı yazmıştım... NASA buna evet der mi hiç ?...

Fakat diyecektir...... evet, tüm Dünya Kur’an gerçeğine EVET diyecek ve itaat edecektir... ta ki göğün aşikâre olarak getireceği ve mesamata kadar isleyen yakıcı (yüksek energyli radyoaktivite) dumanı görüp tadınca “EVET ” diyecektir...

ve sen hala UYUYORSUN,  Türk gençliği?

Temmuz 04 / 2004 de NASA’nin yaptığı deep impact deneyi ve ortaya koyduğu net kanıt: 1400 yıl önce gelmiş KUR’anin kanıtıdır...

Bu deneyin asli benimdir, bilginin yegane kaynağı ise KUR’ANDIR.  
Kur an / Bakara / ayet 74; Sonra bunun arkasından yine kalpleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi 

var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yukardan aşağılara düşüyor, yerlere yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.

VE RUM SURESI AYET 24: Yine O'nun ayetlerindendir ki, size hem korku ve hem de umut vermek için şimşeği gösteriyor. Ve gökten bir su indiriyor da onunla yeryüzüne ölümünden sonra hayat veriyor. Şüphesiz ki bunda aklını kullanacak bir kavim için nice ibretler vardır.


LUTFEN bu ayeti çok dikkatle okuyun ve SUYUN nasıl bu gezegene geldiğine şahitler olun....

işte SU bu ayette açıklandığı gibi özel kolilerle (meteorlarla) dünyaya geldi ve hala SU taşıyan kayalar dünyamıza gelmeye devam etmektedir.... eksiği tamamlıyor ve  gezegenimizdeki SU miktarını, yani dengeyi sabit tutuyor.....

Her akli basinda olan insana soruyorum: Güneş sisteminde meteor kuşağı sadece Jüpiter ve Mars arasındadır... Neden Venüs ve Jüpiter değil, neden Mars ve Dünya arasında değil de sadece Jüpiter ve Mars arasındadır?  Bu akılsız bir tesadüfümdür? Yoksa alemlerin RABBI olan Yüce ALLAHIN, Bedii olan, Latif olan, ALIM olan Yüce Allahin takdirimindir?

Lutfen; Kur’an/ Bakara / 74 ve  RUM SURESI AYET 24; okuyun okuyabildiğiniz kadar...

"Yere, ölümünden sonra (önceliği lav halinde olan her kütle mutlaka ölüdür, onda asla  canlılık olamaz ve soğuyarak kabuk bağladı) Gökten SU indirdik te O'na hayat verdik"

Lav halinde olan gezegendeki her sey ölüdür değil mi...

Okumak için değil, anlayıp, anladığınızı yasamak için okuyunuz lütfen...

NASA’yi Mahkemeye veremedim… gücüm yok…. Ancak sordum…
Dünyaya SU meteorlarla geldi… Bunda hiç bir şüphe yoktur ve olamaz…benim keşfimi siz kanitladiniz….


 Ancaaaaakkkk : O SUYU O meteorlara kim nasıl, hangi technologyi ile doldurdu?
Zamani geldiğinde bunuda aciklarin Rabbimin iziniyle…

Sizlere şiddetle tavsiye ediyorum,

  1. Fusus el Hikem / Genc Osman Cevirisi / Muhyiddin Ibn Arabi
  2. Kessaf / Zemahseri  KUR’AN tercümesi,
  3. TuncDerililer / Büyük Göçler/ Cemil Haluk Tanju. 1121 Dünya Türkoloji’sinin hazırladığı devasa bir eser... gerçeklerin eseri... Fakat 1963 ten sonra ISMET I-T-O-N-U denen vatan haini ve Atatürk düşmanı mahluk bu kitapları toplattırdı ve bir daha basılamadı.  

Bu kitapları hemen bulun ve defalarca okuyun, öğrenin ve öğretin ... Bu milli ve Dini bir ödevdir.

Saygılar sunuyorum...