Twitter Facebook

25 Nisan 2014 Cuma

HIZIR MASALI VE HAKİKATLERİ

Selam insanlar bu yazıda kafa götüren bir konuyu açıklığa kavuşturmak için uğraşıcam. Konumuz ''hızır nedir'' Evet malumunuz bu konuda atıp tutanlar boldur, öyle masallar uydururlar ki insan vay amk demekten kendini alamaz. Kuran ayetlerini kendi arzu ve istekleri ile döşeyerek ilme ve akla küfreder ve Allah kelamını kul kelamına değişirler. İşin pis yanı bir de gavattırlar, bunlara öğüt verdiğin zaman ''aa olurmu çok abarrttın bak şimdi diye'' başlarlar ezberlerindeki masalları önüne doğru yığmaya. Hani delilin nerede? Dediğin zaman da götün götün ''r'' yaparaktan maymuna dönüşlerini seyredersin. Kurandaki örnekler öylesine nokta atışı ki adama kafayı yedirtir lan, örneğin maymunlar olun dedik diyor ya, ulan gidin bir inceleyin maymunları amk ya şerefsizim karakter analizi gibi. Sonra birilerini örnek verirken bunlardan daha beterini sana bildireyim mi? Domuzlar gibidir diyor bir yerde, bakın varya bu dünya'da domuz gibi bir hayvan daha yoktur. Yanlış anlamayın hayvanın yaratılış özelliği böyle o üzerine düşeni yapıyor ona birşey dediğim yok aksine av anında av sonrası falan uzun uzun incelediğim bir hayvandır. Ama bu domuz gibi bir hayvan daha yoktur yeryüzünde. Bu amk duğum varya ne bulursa yer lan, kendi boku da dahil ne bulursa yer, bir tarlaya girmeye görsün önce yerle bir eder sonra yer amını siktiğim arsız piçi. Haa bir de en pis tarafı bu piç tarlaya planlı dalar! Bekler ibine tam olgunlaşma zamanında dalar lan planlara bak amk ya. Neyse işte bu nedenle bu örnekler fena örneklerdir ilgili adreslere gitsin, ha gitmeyecek tabi ''onlar internet görse gavur icadı derler'' (cehalet suresi 1'nci ayet) ama ben yine de gönderiyorum.


Şimdi abicim bunlar ne diyorlar musa ile bir bilgin kişi vardı ya ha işte o hızırmış. Üzerine de geçirmişler ne kadar hurafe yığıntı varsa. İşin gerçeği oradaki bilgin kişinin hızırla mızırla alakası ilgisi yoktur. Hızır yeşillik demektir ve baharı simgeler/anlatır. Baharın/hızırın neye yetiştiği de bellidir. Ölü olan toprak canlanır hayat bulur, çiçekler açar zenginlik gelir, sevgi barış kardeşlik vs... Olayın en özet hali budur fakat ben bilgin kişiye hızır diyen ruh hastaları için o mevzuyu da komple olarak alıntılıyorum, haydi eyvallah.



60Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.

61Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.

62Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.

63Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.

64Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.

Surenin bu ayetlerinde Musa peygamberin eğitim sürecinden bir bölüm nakledilmektedir.

Kıssanın giriş mahiyetindeki bu bölümünde, Musa (as), kafasındaki takıntıları gidermek [bunalımdan kurtulmak] için bilginlerin toplandığı yere gidip sıkıntılarına çare aramayı düşünmektedir. Bu konuda azim ve kararlılık içindedir. Nihayet yola çıkarlar ve “iki bilginin toplandığı yerde”  -henüz aradığı yerin burası olduğunu bilmemektedir- ikisi de hutlarından  [bunalımlarından, sıkıntılarından] kurtulurlar. Bunalımları denizde [bilgin kişide] çekip gider. Sonra oradan ayrılırlar. Musa (as), delikanlıdan yemek istediği zaman delikanlı, Musa’ya (as) bunalımdan kurtulduğunu, fakat bunu Musa’ya (as) söylemediğini; bilerek, şeytana [İblisine] uyarak böyle yaptığını itiraf eder. Aslında Musa da (as) kendisine problem edindiği konuları halletmiş ve o da bunalımdan kurtulmuştur. Yanındaki delikanlı ile yaptığı bu konuşmadan sonra asıl aradığı yer olan “iki bilginin toplandığı yer”in orası olduğunu anlar ve “işte bu aradığımızdı” der. Böylece geldikleri yoldan hemen geri dönerler.

Bu kıssa Kitab-ı Mukaddes’te yer almadığı için kıssada geçen Musa’nın Tevrat sahibi Musa Peygamber olmadığı, söz konusu kişinin bir başka Musa olduğu ileri sürülmüştür. Hatta bu Musa’nın  “Gılgamış [Gılga-Mesh] adının Arapçalaşmış şekli olduğu, Kur’ân’da anlatılan olayın Gılgamış Destanı ile bağlantılı olduğu da iddia edilmiştir. Bazı rivayet tefsirlerinde bu konuyla ilgili çok farklı görüşler ortaya konmuştur.

Bize göre, kıssada adı geçen Musa, Kur’ân’daki özellikleri itibariyle Musa peygambere uygundur. Bu konudaki diğer söylentiler dikkate alınacak bir niteliği haiz değildir.

Musa’nın bu serüveni ne zaman yaşadığına gelince: Musa’nın (as) Mısır’dan Medyen’e yalnız kaçtığını ve orada bir aile kurduğunu biliyoruz. O döneminde Musa garip ve fakir birisidir. Medyen’e yalnız ve bekâr olarak gitmiştir. Orada evlenmiş, Medyen’deki sözleşmesi bittikten sonra da oradan ayrılmıştır. Kasas/29’da, ehli [eşi, çocukları, yakınları ve hizmetçileri] ile birlikte yola çıktıkları bildirilmekte, ancak nereye gitmek istediği belirtilmemektedir. Kıssada anlatılan bu macerayı Medyen ile Tur dağı arasındaki bir dönemde yaşamış olmalıdır.

Mûsâ'nın bunalımı, kendisine Firavun'u öldürerek İsrâîloğulları'nı Mısır'dan çıkarma görevi verildiği zaman bunu neden yapacağı ve nasıl başaracağı konusundaki endişeleridir. Zira bilindiği gibi Musa daha evvel birisini öldürmüş, bu suçu nedeniyle çok üzülmüş ve vicdan azabı çekmiştir.

Mûsâ bu kıssada bunu nasıl başaracağını ve Allah'a savaş açanların öldürülmesi gerektiğini; dolayısıyla da Firavun'u neden öldüreceğini öğrenecektir.

Musa peygamber ile ilgili bu pasajda da Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim kıssasında olduğu gibi müteşabih [allegorik, sanatsal ifadeli] bir anlatım söz konusudur. Bu nedenle bazı sözcükler üzerinde özellikle durulmalıdır:

MUSA’NIN DELİKANLISI

“فتى Fetâ”, “sağlam genç, yiğit delikanlı” demektir.[18] Sözcüğün çoğulu “fityetün”dür. Sözcüğün çoğul hali yine bu surenin baş kısmında [Kehf/10, 13’te] Ashab-ı Kehf için kullanılmıştır. “Fetâ” sözcüğü “filan kişinin fetası / filancanın genç yiğidi” şeklinde herhangi bir şahsa izafe edilerek kullanıldığında, genellikle o şahsın hür veya köle hizmetçilerini ifade eder. Arap dili buna uygundur.

Gencin kimliği ile ilgili Kur’ân’da bilgi verilmemiştir. Ancak Musa’nın Medyen’den ehli/ailesi/yakınları ile birlikte ayrıldığı [Kasas/29] bilinmektedir. Bu genç yiğit Musa’nın (as) ehlinden birisidir; ama oğlu, ama kardeşi, ama uşağıdır. Kur’an’dan anladığımıza göre, Musa (as) Medyen’den zengin birisi olarak ayrılmıştır.

Bu genç ile ilgili birçok rivayet ortaya atılmıştır. Gencin isminin şu veya bu olmasının önemi yoktur. Konunun bize verdiği mesajlar onun ismi ve kimliği üzerine kurulu değildir. Ayrıca kimliğini ön plana çıkaracak şekilde delikanlıya muteber bir isim bulmak da anlamsız ve Kur’ân terbiyesine aykırıdır.

Literatürdeki seyahatnamelere, özellikle de feodal dönem seyahatnamelerine bakıldığında, Marco Polo, Evliyâ Çelebi, Robinson Crusoe, Strabon, Piri Reis, İbn Batuta, Mark Twain, Henry Miller ve Paul Bowles gibi seyyahların/gezginlerin birer hizmetçilerinin/yardımcılarının olduğu görülür.

İKİ DENİZİN TOPLANDIĞI YER

Bu güne kadar ayetlerin Mekkî oluşu ve müteşâbihliği göz ardı edilip olay coğrafi olarak ele alınmıştır. Bu yaklaşım nedeniyle de yeryüzünün her tarafında “iki denizin toplandığı yer” nitelemesine uygun mekânlar aranmıştır.  Kimi Karadeniz ve Hazar Denizi arasını, kimi Ermenistan’da Kur ve Res [Aras] nehirleri arasını, kimi Akdeniz ile Kızıldeniz arasını, kimisi de Ürdün ile Kuzum nehirleri arasını bu niteliğe uygun bulmuştur. Söz konusu coğrafî mekânın Antakya, Eyle, Atlas Okyanusu kıyısındaki bir Endülüs şehri, Afrika’da Tanca, Amerika kıtasında Panama olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, İstanbul Boğazının Karadeniz’e çıkışı olan Anadolukavağı veya Çanakkale Boğazının çıkışındaki Gelibolu Yarımadası olduğu görüşünü dile getirenler de olmuştur.

Paragrafa  göre, Musa’nın gideceği, arayacağı şey “ صخرة sahra [kaya]”dır. Hutlarını orada [iki denizin toplandığı yerde veya iki denizi toplayan şeyde] unutmuşlardır. Genç adam, 63. ayette geçen ikrarına göre, Hut’u Sahra’da [Kaya’da] unutmuştur, terk etmiştir, bir bakıma ondan kurtulmuştur. Bu durumda, Sahra [Kaya] ile Mecmeu’l-Bahreyn  [İki Denizin Toplandığı Yer] aynı yer veya aynı şeydir.

 صخرة SAHRA

“Sahra” “Büyük kaya” demektir.[19] Ayette geçen [صخرة ] Sahra/ Büyük Kaya, bugün Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’nın [Mescid-i Aksa’nın] yakınında bulunan ve “Sahratullah” olarak bilinen Kaya’dır. Yahudiler de orayı “Ağlama Duvarı” olarak anmaktadırlar. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Davud ve Süleyman peygamberler, ataları Musa peygamberden bu yana bir ilim merkezi olması sebebiyle Beytü’l-Makdis’i orada inşa etmişlerdir. Söz konusu Kaya’nın kutsal kabul edilmesine de bu olaylar neden olmuş olsa gerektir.

Sahra/Kaya sözcüğü, başına özel isim yapma eki olan  “El” takısı alarak “ الصّخرة Es-Sahra” olmuş ve böylece özel bir isim haline getirilmiştir. Sözcüğü “Sahratullah” olarak da özel isim haline getirmek mümkündür.  Lokman/16’da ise sözcük nekra [belirsiz] olarak yer almıştır.

BAHR [DENİZ]

“ البحرBahr” sözcüğü “genişlik ve açık yüzlülük” demektir. Denize “bahr” denmesi genişliğinden, enginliğinden dolayıdır. “Bahr” sözcüğü aynı zamanda “çok bilgili kişi” demektir.[20] Mecaz olarak ise “çok bilgili, saygın kişi” demektir.[21] Bilindiği gibi, Türkçemizde de çok bilgili insanlar için “derya gibi adam” deyimi kullanılmaktadır.

Buradan hareketle, ayette geçen “mecmau’l-bahreyn [iki bahrin toplandığı yer]” ifadesinin coğrafi olarak “iki denizin toplandığı, birleştiği yer” demek olmayıp “iki bilgin kişinin toplandığı yer” anlamında olduğunu söyleyebiliriz.

Pasajdan açıkça anlaşıldığına göre, Musa bu “iki denizin buluştuğu yer”e gitmek niyetiyle yola çıkmıştır. “Ben iki denizin toplandığı [iki bilgin kişinin toplandığı] yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demesi, bu konudaki kararlılığını göstermektedir. Genç hizmetçisine yaptığı açıklamadan, bilgi toplamak için yıllarını harcamayı göze aldığı anlaşılmaktadır. Daha sonraki ayetlerden de anlaşılacaktır ki, Musa’nın bu seyahatteki amacı ticaret değil, bilgi sahibi olmaktır; zihnindeki problemlerini çözmek, karamsarlıktan ve bunalımdan kurtulmaktır. Zira Musa elçilik görevine hazırlanmadan evvel birçok badirelerden geçirilmiştir, eğitilmiştir.

37Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik, ‘39Mûsâ'yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o'nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o'na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o'nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?' diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!

41Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim.

                                                                                                    (Ta Ha/37- 41)

Musa ve delikanlının Kehf suresinde anlatılan yolculukları ve Musa’nın bu yolculuktan öğrendikleri de onu peygamberliğe hazırlama işlemlerindendir.

Pasajda üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da genellikle “balık” diye çevrilen “hut” sözcüğüdür. Sözcükle ilgili olarak daha önce A’raf suresinde yaptığımız açıklamayı, öneminden dolayı kısaca tekrarlamayı yararlı görüyoruz:

HUT

“ حوت Hut” sözcüğü, dilbilimcilerinin bir kısmına göre “balık”, bir kısmına göre de “büyük balık” demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adıdır. Ayrıca eski çağlardan beri burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.

Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.

Sözcüğün kökü olan “حوت hvt”, Arap dilinde “hut” ve “havt” olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlardan ilki olan “Hut”, Bedeviler arasında “ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]” anlamında kullanılmıştır.

“Havt” ise “kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması” anlamındadır.[22] Bu anlamlardan anlaşılacağı üzere, “hut” sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı “semek”tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemeye ara verme nedenlerinin doymaları değil de tıkanmaları olması, bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları bilinen bir durumdur. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.

Buna göre, “hut” ve “havt” sözcüklerinin anlamlarını “hırs, doyumsuzluk” olarak ifade etmek mümkündür.

“Hut” sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima “sebebiyet mecaz-ı mürseli” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan “hırs ve doyumsuzluk” zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu “bunalım ve karamsarlık” kastedilmektedir. Musa’nın bunalımının nedenini yukarıda açıklamıştık.

Şimdi pasajı tahlile devam edelim:

“Bu şekilde geçtikleri zaman o [Musa], delikanlısına: ‘Getir kuşluk yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk’ dedi” ayetinin metnine dikkatle bakıldığında, Musa’nın genç arkadaşından kuşluk yiyeceklerini istediği fakat “hutu getir de yiyelim” demediği görülmektedir. Ancak genç adam yemeği getirdi mi, getirmedi mi; yemeklerini yediler mi, yemediler mi; bize bildirilmemektedir. Musa kuşluk yemeği istediği bir anda, genç adam “Gördün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben hutu unuttum/ terk ettim; ve onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu/ terk ettirdi. O [Hut], şaşılacak bir şekilde denizde yolunu edindi” demektedir. 61. ayetteki ifadeye göre ise sadece genç adam unutmamış, Musa da hutunu unutmuştur/terk etmiştir; yani dertten kurtulmuş, rahatlamıştır.

HUT’UN BAHRDE [BİLGİN KİŞİDE] KAYBOLMASI:

Musa ve yardımcısının sıkıntıları, karamsarlıkları, bunalımları Büyük Kaya’da bilginler arasında yaşadıkları şeyler vasıtasıyla ortadan kalkmıştır. Sanki denizde bir balığın derin bir deliğe dalıp kaybolup gidişi gibi olmuştur.

Olay deniz ve balık sembolleri ile anlatıldığından, ifadeler dağdağalıdır.

64. ayetteki “O [Musa], ‘İşte bu, aradığımızdı!’ dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler” şeklindeki genel ifadeye göre, Musa’nın aslında aradığı yeri bulduğu fakat aradığı yerin orası olduğunu anlayamadığı anlaşılmaktadır.

Büyük Kaya’nın orada yaşadıkları olaylara - orada deniz gibi bilgiye sahip kimselerle karşılaşıp sıkıntıdan, bunalımdan kurtulmalarına- bakılırsa, Musa’nın varmak istediği yer; iki denizin birleştiği [bilginlerin toplanıp bilgi alışverişi yaptığı, bilgisizleri bilgilendirdikleri, zihinsel problemleri çözdükleri] yer orası olmalıydı. Oraya dönüp bir şeyler daha öğrenmeliydi. Bu nedenle hemen gerisin geri o Büyük Kaya’ya döndüler.

65Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir bilgi öğretmiştik.

Musa ile delikanlı geri döndüklerinde, iki bilginin buluştuğu o yerde [Kaya’da] bir kişi ile buluşurlar. Bu kişi, Allah’ın kendisine ilim ve rahmet vermiş olduğu bir kuldur.

Kanaatimize göre, Musa ile yardımcısının Sahra’da buldukları bu kul bir peygamberdir. Çünkü ayette “Biz ona katımızdan bir rahmet vermiştik” denmiştir. Aşağıdaki Kur’an ayetleri, Yüce Rabbimizin bu ifadeyi peygamberlik nimeti için kullandığını göstermektedir:

31Yine onlar: “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler.

32Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit dünya hayatında, onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz, onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.

                                                                                     (Zühruf/31, 32)

86Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/ yardımcı olma.

                                                                                       (Kasas/86)

Bilgin Kul’un bir peygamber oluşunun diğer delili ise surenin 82. ayetinde duvar doğrultma işini kendi iradesi ile yapmadığını beyan ediyor olmasıdır. Bu demektir ki, duvar altında duran iki yetime ait gömünün varlığı ve bu gömünün belli bir süre daha bulunduğu yerde korunması gereği ve dolayısıyla bunun icabı olan duvarın doğrultma işi Bilgin Kul’a [peygambere] vahiy ile telkin edilmiştir.

Yukarıdaki delillere dayanarak peygamber olduğunu söylediğimiz “bilgin kul” hakkında Kur’an’da başkaca bilgi verilmemiştir. Bu durumda, onun da Nisa/164 ve Mü’min/78’de peygamberimize adlarının ve kıssalarının haber verilmediği bildirilen peygamberlerden olduğu anlaşılmaktadır.

66Mûsâ ona: “Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi.

Musa “Bilgin Kul” ile tanışmış ve onun bilgin birisi olduğunu, doğru yolu bulma konusunda kendisine çok bilgi verilmiş olduğunu anlamıştır. Ondan “doğru yolu bulma konusunda ona öğretilenlerden öğrenmek için” öğrencisi olmayı istemektedir.

67,68Âlim ve rahmete mazhar kul: “Şüphesiz sen benimle beraber sabretmeye takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!” dedi.

Musa’nın o yöre ve “Bilgin Kul” hakkında bilgisinin olmadığı bellidir. Çünkü o bölgeye yeni gelmiş ve “Bilgin Kul” ile yeni tanışmıştır. Buna karşılık “Bilgin Kul”un ifadelerinden, onun o yörenin insanı olduğu ve bir takım görevleri olduğu anlaşılmaktadır. Zira “Bilgin kul”, Musa ile birlikte oldukları takdirde meydana gelmesi muhtemel olaylar karşısında Musa’nın idrakinin bu olayları almayacağını ve sabredemeyeceğini öngörmektedir. Yani “Bilgin kul”, belli bir görevi ifa etmek için dolaştığı o bölgede, o bölgeyi iyi tanıdığı için bazı olumsuzluklarla karşılaşabileceğini tahmin edebilmekte ve Musa’nın da bunlara sabredemeyeceğini düşünmektedir.

69Mûsâ: “İnşallah beni sabreden biri bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem” dedi.

70Âlim ve rahmete mazhar kul: “O hâlde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar.”

Pazarlık yapılmış ve “Bilgin Kul”, kendisi açıklama yapıncaya kadar tanık olacağı herhangi bir olay hakkında soru sormaması şartıyla Musa’nın kendisiyle beraber gelmesine izin vermiştir.

Dikkat çeken noktalardan biri de, kıssanın bundan sonraki bölümlerinde artık Musa’nın genç yardımcısından söz edilmiyor olmasıdır.

71Bunun üzerine ikisi yürüdüler; sonunda gemiye bindiklerinde âlim ve rahmete mazhar kul gemide kusurlar oluşturdu. Mûsâ: “İçindekileri boğman için mi onu yırttın/kusurlar oluşturdun? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” dedi.

72Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.

73Mûsâ: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.

Bilgin Kul, bindikleri gemide hasar oluşturunca, Musa dayanamaz ve ona “İçindekileri boğman için mi onu yırttın; parçaladın? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” der. Bilgin Kul da “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?’ demedim mi?” diyerek anlaşmayı hatırlatır. Bunun üzerine Musa “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük  çıkarma!” diyerek özür diler.

Bilgin Kul’un kendisi o çevreyi tanıdığı gibi, gemi sahipleri ve yolcular da “Bilgin Kul”u tanıyor ve ona güveniyor olmalılar ki, onun gemiyi yaralamasına engel olmamışlardır. Ne “bilgin kul”, ne de o yöre hakkında bilgisi olmayan Musa ise bu işe karşı çıkmıştır.

Bu olayda herhangi bir olağanüstülük, esrarengizlik yoktur. Kulun gaybı bilmesi gibi bir durum da söz konusu değildir.

74Yine gittiler. Sonunda bir delikanlıya rast geldiler; âlim ve rahmete mazhar kul onu öldürüverdi. Mûsâ: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi.

75Âlim ve rahmete mazhar kul: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.

76Mûsâ: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle kovarsan darılmam” dedi.

Bilgin Kul ile Musa yola devam ederler. Nihayet bir delikanlıya rastlarlar. Bilgin Kul bu delikanlıyı öldürür. Bunun üzerine Musa “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” diyerek olayı kınar. Bunun üzerine Bilgin Kul, Musa’ya “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” diyerek seyahat şartlarını hatırlatır. Musa da “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık   etme! Kesinlikle tarafımdan özre erdin [kovarsan darılmam]” diyerek tekrar son özrünü bildirir.

Ayette geçen “ غلام Gulam” sözcüğünün orijinal anlamı, “cinsel ilişkiye alabildiğine düşkün ve arzulu olan” demektir. Bu özellik, çocukluk yaşından çıkmış kimselerde olur. Bu da delikanlılık çağıdır. Gulam/ delikanlı sözcüğü, şeyh/ ihtiyar sözcüğünün zıt anlamlısı olarak kullanılır.[23]

Ayetteki “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey ...” ifadesinden, “gulam”ın erişkin birisi olduğu anlaşılmaktadır. Musa bu katil olayının ancak “kısas” yoluyla yapılabileceğini ileri sürmüştür. Çocuk yaşta birisi başkasını öldürürse ona kısas yapılmaz. Buradaki olay  kısasa uygun görüldüğüne göre, “gulam” çocuk değil, erişkin bir delikanlıdır.

Delikanlının öldürülmesine Musa’dan başka karşı çıkan da olmamıştır. Demek ki, “Bilgin Kul”un delikanlıyı niçin öldürdüğünü o beldenin insanları, öldürülen delikanlının yakınları; ana-babası ve herkes bilmektedir. Aksi halde bir yabancının gelip de memleketlerinde kendilerinden bir delikanlıyı öldürüp elini kolunu sallayarak çekip gitmesine kimse kayıtsız kalmazdı.

“Gulam”ın öldürme gerekçesi surenin 80 ve 81. ayetlerinde açıklanmıştır.

77Bunun üzerine yine gittiler. Sonunda bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Âlim ve rahmete mazhar kul, onu doğrultuverdi. Mûsâ: “İsteseydin bunun karşılığında kesinlikle bir ücret alırdın” dedi.

Bilgin Kul ile Musa yine yola devam ederler ve bir kente uğrarlar. Acıkmış oldukları için o kenttekilerden yiyecek isterler. Kenttekiler onlarla ilgilenmezler. Anlaşılan o ki, “Bilgin Kul” bu kentte tanınmamakta ve bilinmemektedir.

Buna rağmen Bilgin Kul, yıkılmak üzere olduğunu gördükleri bir duvarı tamir edip doğrultur. Musa yaşananlar karşısında yine dayanamaz ve Bilgin Kul’a “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” diye sitem eder.

78-82Âlim ve rahmete mazhar kul: “İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim:

“Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün sağlam, güzel gemileri gasp edip alan bir kral vardı.

Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.

Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!”

Bilgin Kul, “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabra takat getirmediğin şeylerin tevilini haber vereyim” diyerek Musa’nın siteminden sonra Musa’ya “Gemi olayına gelince …” diyerek olayları anlatmaya başlar.

GEMİYİ YARALAMA OLAYI

Bilgin Kul, “Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu   kusurlu hale getirmek istedim. Ötelerinde de bütün gemileri   gasp edip alan bir kral vardı” diye açıklamada bulunur.

Anlaşılan o ki, Bilgin Kul bu bölgede tanınan ve o yöreyi iyi bilen birisidir. Bunun kanıtı, bindikleri geminin sahiplerini tanıması ve öteki kıyıda hüküm süren zalim kraldan haberdar olmasıdır. Bunları bildiği için gemiyi yaralamış ve zalim kralın gemiye el koymasını engellemiştir.  Gemi sahipleri ve gemideki yolcular da “Bilgin Kul”u tanıyıp ona güvenmektedirler ki, ona engel olmamışlar ve gemiye verdiği zararın karşılığını talep etmemişlerdir.

Not: Eldeki mushafta, 79. âyetin metninde “ صالحةsâlihatin” ifadesi yoktur. Zemahşeri, Keşşaf’ta Ubyy ve Abdullah ibn-i Mes’ud mushaflarında âyetin “ كل سفينة صالحة… küllesefinetin salihatin …” şeklinde olduğunu bildirir.[24] O nedenle biz,  mealde bu ibareyi ve cümledeki “kusurlu hale getirmek istedim” ifadesini dikkate alarak “tüm sağlam, güzel gemileri” diye meallendirdik.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, “Bilgin Kul”un gemideki hasarı kendi iradesi ile yapmış olmasıdır. Bu hususu kendisi de “  فاردت ان اعيبها  Ben onu kusurlu hale getirmek istedim” diyerek beyan etmiştir.  Burada gaybı bilme gibi olağan dışı, sır bir durum söz konusu değildir.

DELİKANLININ ÖLDÜRÜLMESİ

Bilgin Kul, delikanlıyı öldürme gerekçesini ise şöyle açıklamıştır: “Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mümin kimselerdi. İşte o nedenle biz,  onun, o ikisini   azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve   merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.”

İfadelere dikkat edilirse, öldürme olayında Bilgin Kul’un yalnız olmadığı görülür. Olayda Bilgin kul ile beraber başkaları da vardır. Kıssaya geleneksel açıklamalar doğrultusunda bakanlar, bu ayetlerdeki “korktuk” ve “istedik”  şeklindeki çoğul fiillerin öznelerini uyduramamışlardır. “Bilgin kul”un “Hızır” veya “melek” olduğu iddia edilince, “korkanlar”ın da -hâşâ- Allah ile Hızır veya Allah ile melek olduğu anlamı ortaya çıkmaktadır.

Ayetlerden anlaşıldığına göre, delikanlıyı öldürme olayı resmî otoritenin; toplum olarak yasalara göre verdikleri bir karar gereği olmuştur. “Bilgin Kul” bu kararın infaz memurudur. Bu nedenle, olayı açıklarken “ فخشينا  korktuk” ve “فاردنا istedik ki” şeklinde çoğul bir ifade kullanmıştır. Eğer delikanlının öldürülmesi o delikanlının yaşadığı kentte yasal bir icraat olmasaydı, hem delikanlının yakınlarının hem de şehir halkının [kamu otoritesinin] “Bilgin Kul”a gerekli tepkiyi göstermeleri ve onu cezalandırma yönüne gitmeleri gerekirdi.

Görüldüğü gibi, “delikanlının öldürülmesi” olayının bilinmeyecek, yadırganacak, batın ilmi ile açıklanacak herhangi bir yanı yoktur. Normal, yasal bir bir uygulamadır. Ne var ki, Musa, o yörenin yabancısı olduğundan bunu bilmemektedir.  Musa, “Bir can karşılığı olmaksızın masum bir cana mı kıydın?” diyerek bir insanın sadece kısas ile öldürülebilineceğini ileri sürmüştür.

Hâlbuki şer’an [yasal açıdan] insan sadece kısas için öldürülmez; Allah’a savaş açanlar da öldürülür:



33,34Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan;  bozum yapmaya teşebbüs etmiş olan ve yeryüzünde kargaşa çıkarmaya çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan/onları yakalayıp denetim altına almazdan önce hatalarından dönenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir aşağılıktır. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

                                                                                              (Maide/33)



Dikkat edilirse, 80. ayette “Delikanlıya gelince, anne-babası mümin kimselerdi. Onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk” denilmektedir. Bu ifadeden de delikanlının mümin anne ve babasını dinden çıkarmak için çaba sarf ettiği [Allah ile savaştığı] anlaşılmaktadır. Yani bu durumda Maide suresinin 33. ayetine göre onun öldürülmesi meşru bir olaydır

. DUVAR OLAYI

Bilgin Kul, duvarı doğrultma işinin içyüzünü açıklarken “Duvara da gelince; o, şehirde iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım” demektedir.

Görüldüğü üzere, Bilgin Kul, “Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi [ فاراد ربّك ]” diyerek işin Allah tarafından yaptırıldığını açıklamaktadır. Ayrıca “Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım” demek suretiyle de sadece duvar olayını kendi görüşüyle yapmadığını beyan etmektedir.

Demek oluyor ki, Bilgin Kul’a bu üç olaydan sadece üçüncü olay vahiy ile bildirilmiştir. Yani “Bilgin Kul”un kendi bilgisi ve iradesiyle gerçekleştirmediği olay sadece duvar doğrultma işidir.

Ayetin orijinalindeki “ وما فعلته عن امرى  ve mâ fealtühü an emrî” ifadesi, tefsir ve meallerin ekserisinde [hemen hemen hepsinde] “ve ben bunların hiç birini kendi görüşümle yapmadım” diye çevrilmiştir. Bu çeviriye göre, üç olaydan hiç birinde “bilgin kul”un kendi görüşü ile davranmadığı, her üç olayda da aldığı vahiyle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Oysa bu çeviri yanlıştır. Doğru çeviri “Ve ben onu [duvarı doğrultmayı] kendi görüşümle yapmadım” şeklindedir.

Rivayetçilerin ve dirayetsizlerin yanlış meal ve tefsirlerinin doğru olabilmesi için ayetin orijinalinin “عن امرى فعلتهن وما   Ve mâ fealtühünne an emrî” şeklinde yani çoğul olarak olması gerekirdi. Ancak bu takdirde cümlenin anlamı, “Ben onları kendi görüşümle yapmadım” şeklinde olurdu. Hâlbuki ayetin orijinali böyle değildir. Zamir “onu” şeklinde tekildir.

Bu olaylarla, Musa, mısıra döndüğü zaman izleyeceği yolu öğrenmiş oldu.

Sonuç olarak, rivayetlerin, masalların, menkıbelerin ayetin orijinal anlamını ihmal ettirdiği anlaşılmaktadır.
http://www.istekuran.com/index.php?page=kehf






13 yorum:

  1. O başta Musa ile yolculuk yapan delikanlıya ne olduğunu merak ettim şimdi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahaha nate senin için derdini sikeyim butonu koyucam blog'a bak :D

      Lan kanka aslında benim kendi yaklaşımım var ama artık paylaşmıyorum amk, çünkü millet anlamıyor bu nedenle de boktan pozisyonuna düşüyorum. Son 3-4 hafta'da Kuran'da öyle şeyler fark ettim ki anlayacak adamın sinapsislerinde müthiş artışlar olur ben bunların hepsini hissediyorum. Sadece Allah'tan ise tüm bu fark ettiğim inanılmaz şeyler, beni yetiştirmesini bekliyorum. Aktarabileceğim kolaylıklarla karşılaşırsam ancak o zaman paylaşıcam yoksa enayi durumuna düşmeye niyetim yok. Fakat madem merak ettin buradaki düşüncemi anlatayım, yine de o delikanlının pasajdaki önemi konusunda hakkı yılamzla aynı görüşteyim. Tabi bu pasajın inciğini cıncığını çıkaracak kadar eğilmedim daha onu da belirteyim.

      60- Hani Musa genç yardımcısına demişti: 'İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.'

      2 deniz (hakkı yılmaz bilgin kişi demiş bu 2 deniz için de) Ben beynin sağ ve sol lobları diyorum bu donanımlı bilgeliğe.

      61- Böylece ikisi, iki (deniz)in birleştiği yere ulaşınca balıklarını unutuverdiler; (balık) denizde bir akıntıya doğru (veya bir menfez bulup) kendi yolunu tuttu.

      2 Denizin birleştiği yer! Beynin sağ ve sol lobları arasındaki bilgi alışverişi ile sıkıntı dert bitti.

      62 Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.

      Aslında yolculukları fiziki değil, tefekkür. Ve bu yorucudur sende iyi bilirsin.

      63 Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya'ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.

      İşte bu kaya nedir bilmiyorum ancak tur-i sina'yı müteşabih olarak beyin de kabul ettiğimden dolayı bu kayanın beynin bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Zamanla hepsi çıkacaktır ortaya faat muhtemeln ben gebermiş olurum.

      İşte hızır denen ''bilgin kul'' bu aşamadan sonra giriyor devreye, hakkı yılmaz'ın önceki ''2 bilgin kişi'' dediği ''2 deniz'' bana göre beynin sağ ve sol loblarıdır.

      Sil
  2. Şunu da ekleyeyim ''kuşluk yemeği'' önemli bir ayrıntı kuşluk vakti güneşin doğuşundan 40-45 dk sonrasıdır. Bu da onların yaptıkları yolculuğun, yoğun salgılanan melatonin vakti sonrası sabah ibadeti/tefekkürü olduğunu gösteriyor.

    YanıtlaSil
  3. İlginç bir yaklaşımmış. Abi bulduğun fikirleri bana forumdan felan göndersene? Yani ben farklı fikirleri de dinlemeye çalışırım biliyorsun, öyle ön yargı ile yaklaşmam. Yanlış gelirse de eleştirimi yapıp çekilirim en fazla. Biri gelip de bana ''ben peygamberim'' dese bile dinlerim yani. :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu arada o delikanlı, Musa'nın zihninde olan soyut bir şey mi?

      Sil
  4. Bütünlüğü göreceksin kanka bir bütün olarak göreceksin bütünlüğü kaybettiğin an sıçarsın zann orada başlıyor. Örneğin; ''Bahr” sözcüğü “genişlik ve açık yüzlülük” demektir. Denize “bahr” denmesi genişliğinden, enginliğinden dolayıdır''. gibi. Anlıyorsun dimi bu bağı kurabilmek için bilmek durumundasın, bilmek için çalışmak durumundasın vs.. hepsi birbirini takip eden şeyler. Ben bu yüzden etimoloji deyip duruyorum başka birşeyden değil. Allah'ın kulunu kendisine yaklaştırması böyle mümkündür bu bütünlüğü görebilmektir bütün olay! Zır cahil bir adam da gönül gözüyle bu bütünlüğü görebilir ama bütün mevzu gözü açmak! Hani diyor ya bazı ayetlerin başında veya sonunda ''gözünüzü açın'' diye işte o göz bu göz. Bütün mevzu denize neden deniz dendiğini anlamak bağlantıları görmek, düşünmek tefekkür etmektir. Emin ol birbirinden kopuk şeyler olmadıklarını göreceksin, o seni götürüyor zaten sen gitmiyorsun.

    MUSA’NIN DELİKANLISI

    “فتى Fetâ”, “sağlam genç, yiğit delikanlı” demektir.[18] Sözcüğün çoğulu “fityetün”dür. Sözcüğün çoğul hali yine bu surenin baş kısmında [Kehf/10, 13’te] Ashab-ı Kehf için kullanılmıştır. “Fetâ” sözcüğü “filan kişinin fetası / filancanın genç yiğidi” şeklinde herhangi bir şahsa izafe edilerek kullanıldığında, genellikle o şahsın hür veya köle hizmetçilerini ifade eder. Arap dili buna uygundur.

    Burada da şahsa özel bir kullanım var, direkt olarak musanın delikanlısı deniyor, yani yardımcısı kölesi hizmetçisi her neyse. Bu soyut bir kavramı mı ifade ediyor yoksa böyle bir delikanlı mı var bilmiyorum aklıma gelen bir ayet var şu anda, (TAHA 80) Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve tur dağının sağ yanında size söz verdik/dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize de kudret helvası ve bıldırcın/bal indirdik.

    Bu ayetin peygamberlere özel bir söz olduğunu düşünüyorum ama belkide delikanlıyla birlikte muhasebe etmeleri, tefekkür etmelerini anlatıyordur. Mesela senle ben bir konuda derinleşiyoruz sen birşey söylüyorsun, ben birşey söylüyorum ve sonra gerçek bilgiye erişiyoruz., sıkıntılarımızı gideriyoruz gibi.

    Benim sana bütünlüğü gösterebilmemin bir yolu yok nate anlatırım geçerim, her aklımdakini de yazamayacağıma göre sen bazı şeyleri birleştiremedikçe bütünlüğü benim gördüğüm şekilde göremeyeceksin, tıpkı benim senin gördüğün şekilde göremeyeceğim gibi! Ama sana karıah suresini okumanı önereyim oradan başla benim için bir eşik gibiydi karıah suresi.







    YanıtlaSil
  5. Tamam, tavsiyelerin için teşekkür ederim. Normalde Kuran'ı baştan sona okudum ama Karia'yı unutmuşum, tekrar okurum inşallah. Yazılarının devamını bekliyorum.

    YanıtlaSil
  6. Mark şu başlığa gelsene, zaten pek cevap veren yok. İyice takmamaya başladılar beni. :D

    http://vekilsizmeclis.com/viewtopic.php?f=4&t=3180

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Niye kanka 4 sayfa cevap vermişler işte. Allah dostu olmak öyle birşey değil kanka. Sen Allah'a yönelirsen o da seni doğru yola kılavuzlar. Bahsedilen dostluk bu. Yani çaba göstereceksin, düzelticilik yapacaksın o da seni doğru yola kılavuzlayacak bunun sözünü veriyor. Yoksa dost olup da başka ne olacak.

      Dost, aslı dust dostan, sözlük karşılığı; Birinin iyiliğini isteyen, onu içten seven, iyi görüşülen kimse, en yakın arkadaş...

      Ama Türkçe'deki gibi direk dost diye tek kelimeyle tam karşılığını bulabilecek bir kelime değil bu. Yani Allah için bizim bildiğimiz Türkçedeki dost kelimesi doğru karşılığı vermiyor.

      Sil
    2. Mesela şöyle bir ayet var: ''Allah, İbrahim'i dost edinmişti.''

      Biz Allah'ı dost edinip de, bize yol göstermesini istiyorsak; Allah nasıl İbrahim'i dost ediniyor? Veya ''dost edinme'' kavramında öznelerin yeri değişebiliyor mu?

      Sil
  7. Türkçedeki dost kelimesine biz Türklerin yüklediği anlam üzerinden yürüyorsun hala, onun içinde anlamakta sıkıntı çekmen normal. Ben ne dedim yukarıda bir daha oku. İbrahim kayan yıldıza kendi kayıyor bu benim rabbim olmaz diyor, başka şeyleri de rab edinmiyor ve Allah da ibrahimi dost ediniyor yani doğru yola kılavuzluyor. Bu çok ince çizgi ibrahim bunları esasında kendisi yapıyor fakat gönül gözüyle bakabildiği için, bütün bakabildiği için aksi halde kaybolup gidecekti. Yani eğer aklın matematiğini bütün bakarak değerlendirirse kişi Allah da onun dostu oluyor yani onu doğru yola kılavuzluyor. Peygamberlerde iş bi tık öte de çünkü onlar düşünceden keskin bir biçimde ayrılmış olan vahiye de tanık oluyorlar. Ama gönül gözüyle bakarsan sen de o vahyin gerçek olduğunu görüyorsun.

    YanıtlaSil
  8. Tamam anladım. Ben sana ileride bazı yazılar getirsem bakar mısın onlara da? Şöyle hepsini bir başlıkta felan toplamayı düşünüyorum, şimdi dağınık duruyorlar. Aslında foruma gelsen hepsini görürsün ama sen bilirsin yine de.

    YanıtlaSil
  9. http://vekilsizmeclis.com/viewtopic.php?f=4&t=3191

    http://vekilsizmeclis.com/viewtopic.php?f=4&t=3180

    http://vekilsizmeclis.com/viewtopic.php?f=4&t=3158

    Bakmak istersin belki. Hepsi felsefik yazılar bu arada.

    YanıtlaSil