Twitter Facebook

9 Ocak 2014 Perşembe

NAZAR DEĞMESİ, GÖZ DEĞMESİ İNANÇLARI

Selam insanlar bu yazıda nazar olayına değinicem. Şimdi halk arasında nazar değmesi, göz değmesi nedir? Yok efendim birisi birisine yoğunlaşarak ona zarar verirmiş (ya siktir git hadi karşındayım sen değil yedi ceddin beraber konsantre olun kılıma da zarar verin amk) bundan da bizi nazar boncuğu korurmuş, efendim kalem 51'nci ayeti okumak korurmuş, yok efendim tükürüğü 5 km'den sucuk kokusu saçan yavşağın nefesi ve o iğrenç salyası korurmuş falan filan.

(şunun tipine bak kendisine faydası yok amk sana ne verecek)

İlk bilmemiz gereken şey şu ki olay ''iman'' meselesi ile alakalı. Eğer sen iman etmediğin yani kavramadığın bir konuda birşeylerden bahsediyorsan, yani açıkların varsa psikolojik olarak o yükü hissedip zaten kendin altında kalıyorsun kimsenin sana göz değdirdiği falan yok.

Şöyle düşünelim kalabalık bir ortamda konuşmacıyız ve bahsettiğimiz konu sert (örneğin şu an sizlerin bana baktığı gibi de size bakıyorlar ahahah) yani baskı altındasınız sizi yemeye bilenen gözler var. İşte bu durum altında bakışlara kanıp kendinizden emin olduğunuz bir olayda saçmalarsanız bu onların göz ile size verdiği zarardır. Uzakta olmak değil mesele illa bakışları görmenize gerek yok niyetleri hissetmenizde aynı kapıya çıkar.

Varsayalım çocuksunuz psikopat bir babanız var misafirlikte 2'nci şekeri alacakken size bir bakış atıyor. İşte göz budur. Sen ''baba senin tribini sikerim benim canım yemek istiyor'' der ve yersen başına gelecekleri bilirsin ama olayı muhasebe etme şansın var. O kadar oturacaksınız o sinir geçecek, konu unutulacak veya adam psikopat olduğu için veya iş yerindeki, toplumdaki pasifliğini çocuğundan karısından çıkaran bir yavşak olduğu için unutmayıp bunu mutlaka hafızaya yazacak ve hesabını soracak her neyse bu göz budur amk. Gerçek anlamdaki bakışların veya niyetin etkisinden bahseder. Kimse kimseye telepatiyle onla bunla zarar marar veremez ancak kendinden emin olmayan salaklar kendilerine zarar verirler.


Neyse bir alıntı yapayım:

TELEPATİ

Bilal Uyan

Telepati, evrensel bir iletişim aracıdır. Zamanla ve mekânla sınırlandırılamaz. Bu iletişimsel titreşim, imajinasyon, düşünce ya da sembolizm tarzında ortaya çıkan etki alışı ve verişidir. Bu türdeki olaylar her geçen gün başımıza gelebilir, yani sıklıkla karşılaşabiliriz. Fakat bu durumu yaşayan kişiler kabullenmezler hatta rastlantı der, geçer giderler. Örneğin, bir arkadaşımız birden bire karşımız çıktığında, 'Ne tuhaf, şimdi seni düşünüyordum' deriz.

Şunu kesinlikle kabul etmemiz gereklidir ki, insan, şuurunu ve duyu dışı algılamalarını yönlendirerek, karşısındaki insanın düşüncelerini algılayacağı gibi aynı zamanda kendi düşüncelerini de başka zihinlere aktarabilir. Telepati yeteneği, belli oranlar dâhilinde bütün insanlarda vardır. Aralarında sempatik titreşim frekansı doğmuş kişiler arasında ise, bu çok daha yoğundur. Telepatinin en belirgin şekli ise ikizlerin ve özdeş ikizlerin arasında gözlemlenmiştir. Hemen hiçbir çalışma yapılmadan meydana gelen bu yetenek, ikizler arasında doğal bir biçimde kullanılmaktadır. Tarihin başlangıcından itibaren bugüne dek telepatiyi görmek mümkündür, ancak yazılı kayıtların hepsinde çok farklı zamanlara rastlayarak ortaya çıkar.

Gördüğünüz gibi yakınlık, genetik dolayısıyla bilgi ile bir bağlantısı var bu olayın ve öyle isteyen istediğine her boku yapabilir durumu yok. Bu tamamen kişinin açık olmasıyla bilgi ile hareket etmemesi yani kendi cehaletiyle kendisine vereceği bir zarar.


42Şura/30-“Başınıza gelen her türlü musibet(bela, kötülük, olumsuzluk), sizin kendi ellerinizin işlediklerinden kaynaklanmaktadır. Allah, çoğunu da affetmektedir.”

Bu ayet nazara inananlara kapak olacak bir ayettir. Hatta onlara kapak olmakla yetinmez benim anlattıklarımı da birebir doğrular niteliktedir. İnsan sadece kendi kendisine zarar verir ve bunun da en temel anlatımı ''iman'' eksikliğidir. Hepimiz birçok konuda imansızız ve birçok konuda tehdite açığız. Varmı lan bunu inkar edebilecek ben her bir siki biliyorum diyebilecek bir baba oğlu?

Alnını karışlarım alnını, yok öyle bir adam! İşte kuran'daki iman devamlı bunu anlatır. Sanki din bir konudan ibaretmiş gibi kalıba sokuyorlar iman kelimesini, çok komik amk ya kusura bakmayın. Biliyorum antipatik bir herif olduğumu ama ''yavşak'' değilim. Din gibi bir konuda birşeyi kotarmak için başka birşey uydurmam ve en azından hurafe dinine bir hurafe de ben eklemiş olmam sende bunu bil.

4Nisa/78-79 ‘da buna kanıttır. 4/79-“Sana gelen her iyilik, bil ki Allah ‘tan ‘dır. Sana gelen her kötülük de, kendindendir…”

Neyse diyeceğim büyü, uğursuzluk, şanssızlık, kader, burç, muska nazar ebesinin amı her ne garabetlik varsa hepsi senin bunlara bilgice açık olmandan dolayı sana zarar verebilen şeylerdir. Bu mantıkla bakarsan koca bir hurafe dünyayı gözlerinle göreceksin. Tabi o inandığın garabet, yemek yiyen, kan içen, iblisin boynuzlarının etrafında tavaf yapan ahaha cinlerde buna dahil. Bütün bu inanışların senin bilgisizlik sebebiyle yarattığın veya atalarının yaratıp senin peşinden koştuğun saçmalıklardan ibaret. Materyalist olan ben değilim lan Allah dediğin gücün ta kendisi.


Sen sözden etkilenmeye, bakıştan etkilenmeye, kişinin niyetini sezip ondan psikolojik olarak etkilenmeye açıksan kişi de seni düzer bebeğim iş bu kadar basit.

Allah'a sığınmanın istenmesi ise senin o kişinin sahip olduğu haset kıskançlık yoğunluğu ile neleri göze alabileceğini bilmemenden dolayıdır.


Felak suresi;

1–5.       Yarattığı şeylerin şerrinden ve çöktüğü zaman karanlığın şerrinden ve düğümlere tükürüp üfleyenlerin şerrinden ve kıskandığı zaman kıskananın şerrinden Felâkın Rabbi'ne sığınırım" de!

Bu surede şerrinden Allah'a sığınılması istenen şeyler var. Konuyla ilgili bizi ilgilendiren kısımlarına bakalım ve kitaba genel manada ne kadar sığ yaklaşıldığını ve sığ yaklaşanların (iman etmeyenlerin, bilgiden uzakların) ne tür bataklıklara girdiklerini gözlerimizle görelim.


Az evvel anlattıklarımdan bahseden bir tanrı sizce üfürükçünün bize üfürüğü ile zarar vereceğini söylemesi onu çelişkili bir tanrı yapmazmı? Bence babalar gibi yapar hatta kale bile almam ben onu. Ama öyle değil iman edecek adam aramakta kendileri!!!


O zaman ayeti inceleyelim.

نفّاثات - neffâsât sözcüğünün kökü olan نفث - nef sözcüğü, "nefes etmek" denilen üflemektir. Bu da "biraz tükürükle veya tükürüksüz olarak üfürür gibi yapmak" anlamındadır. Nefs sözcüğünün manası hakkında eski yorumculardan Keşşaf sahibi Zemahşerî "tükürükle üflemek", Ragıb da Nef, "tükrük fırlatmaktır." Bu ise tükürmekten daha azdır. "Üfürükçülerin ve sihirbazın nefsi de düğümler içine üfürmesidir" demiştir.
عقد- ukad sözcüğü ukde sözcüğünün çoğuludur. Ukde, düğüm bağlamak, düğümlemek anlamına gelen akd kökünden türetilmiş bir isim olup "düğüm" demektir.
Ukde [düğüm] sözcüğü, esas anlamı çerçevesinde şu kavramlar için de kullanılmaktadır:
Düğüm yeri.
Beldeler üzerindeki velayet.
İdarecilere biat.
Sahibinin kendi malı olduğuna inandığı taşınmaz mallar.
Ağacı çok sık olan yer.
Develer için yeterli otlağı olan yer.
Bir kimsenin yeterli derecedeki geçiminin bağlı olduğu şey.
Bolluk yer.
Ağaç yemeye mecbur kalmış koyun sürüsü.
Kesin gerekiyor olan şeyler. [nikâh akdi, alış- veriş sözleşmesi gibi]
Kin, öfke.
Kamış.

Ragıb, akd sözcüğünün öncelikle ipin bağlanması, binanın bağlanması gibi katı cisimlerin bağlanması anlamında, sonra da istiare yoluyla alışveriş akdi, ahit gibi diğer anlamlarda kullanıldığını bildirmiştir.
Görüldüğü gibi, Âyeti oluşturan sözcükler gerek hakikat gerekse mecaz olarak birçok anlama gelmektedir. Bu anlamların hepsi de birbiriyle çelişmedikleri için geçerlidir. Bu sözcükler müteşâbih sözcüğünün anlamına iyi birer örnektir.

Bize göre Âyetin "akitlere [sözleşmelere] üfleyip-tükürenlerin [bozanların] şerrinden" olarak çevrilmesi daha isabetlidir. Çünkü sonucunda Allah'a sığınılacak bir şer/zarar ortaya çıkaracak davranış, bir anlaşmanın karşı tarafın haberi olmadan tek taraflı olarak bozulmasıdır. Örnek olarak; nikâh akdine aykırı davranan bir eşin, iş anlaşmasına aykırı davranan bir ortağın, barış anlaşmasına aykırı davranan bir ülkenin, verdiği sözü tutmayan bir müteahhidin muhatabına vereceği zarar karşısında, anlaşmanın bozulduğundan haberi olmayan diğer tarafın herhangi bir önlem alması söz konusu olmadığından, Allah'a sığınmaktan başka çaresi yoktur.

5.         ve kıskandığı zaman kıskananın şerrinden.

Haset, "kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek" demektir. Haset kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayriahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir. Bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğan haset en çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir.

Haset, çoğu kez kıskançlık olarak ifade edilir. Ancak bu kıskançlığı namus kıskançlığı ile karıştırmamak gerekir.
Haset, çirkin huyların en zararlılarındandır. Herkeste bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır. Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider; kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğe hâkim olur ve gittikçe artar. İşte, asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset de bu hasettir.
Bir insanda bulunan ilim, ibadet ve hayır yapma gibi nimetlerin kendisinde de bulunmasını istemek haset değildir. Buna "gıpta" denir. Hasedin ortaya çıkmasına yol açan birçok sebep vardır. Bunların başlıcaları şunlardır:

1. Düşmanlık:
Hasedin en önemli sebeplerinden birisidir. Kin ve düşmanlık sebebiyle ortaya çıkan haset sonucu, hileli yollarla nimet ortadan kaldırılır, insanın şerefi ile oynanır ve gizli işlerinin açığa çıkarılması için çaba harcanır. Bu tarz haset, çok kere çekişme ve kavgalara da yol açar ve hayat boyunca devam eder,

2. Teazzuz:
Mevki, servet veya ilim sahibi olan bir kişinin bu özellikleriyle karşısındakilere üstünlük taslaması, bu davranışı hoş görmeyen o kişilerde bir kıskançlık duygusu oluşturur.

3. Kibir:
Çevresindeki insanları küçük gören ve onları kendi emrinde görmek isteyen kibirli insanlar, başkalarının sahip oldukları her türlü olumlu durum karşısında o insanlara kıskançlık duyarlar.

4. Şaşkınlık ve hayranlık .

5. Amacına ulaşamama korkusu:
Kişilerin belli bir amaca ulaşmak konusunda birbirine üstünlük sağlama arzularından kaynaklanır. Birisinin amacına ulaşmasına yardımcı olan her nimet, diğeri için bir haset kaynağıdır.

6. Makam ve mevki sevgisi, önderlik isteği :
Örnek olarak, bir kimsenin bir ilim dalında parmakla gösterilen tek adam olmayı istemesi, bu konuda kendisine rakip olabilecek kimselere veya göz diktiği yere ulaşmış olanlara haset etmesinin başlıca nedenidir. Sürekli övülmek ve üstün gelmek isteğinde olan bir kimse, "Şu adam kendi alanında zamanın en büyüğüdür, eşi ve benzeri yoktur" denildiğinde nasıl sevinirse, başka bir kimsenin kendisine ortak gösterilmesi veya şöhretini ona kaptırması halinde de o kadar kıskançlık duyar.

7. Kötü huyluluk ve Allah'ın kullarına verdiği nimetlere karşı cimrilik:
Bazı kimseler, hiçbir dertleri, eksikleri olmamasına rağmen, aşırı mal sevgisi, önderlik tutkusu, Tekasür hastalığı gibi sebeplerle Allah'ın nimetler verdiği, iyi huylarla donattığı başka kimselerden söz edildiğinde bundan rahatsız olur, haset ateşiyle yanarlar. Buna karşılık birisinin içinde bulunduğu zorluk ve çektiği sıkıntılardan söz edildiğinde de sevinç duyarlar. Böyle kimseler, başkalarının kötü durumda olmalarından hoşlanırlar, Allah'ın lütuflarına karşılık cimrilik gösterirler.

Haset dışa vurulmadığı sürece kişinin kendisinden başkasına zararı olmaz. Haset eden kimsenin içinde sürekli bir ateş yanar. Bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir. Çünkü birisinin nimetinin artması, hasetçinin hasedini, dolayısıyla rahatsızlık ve sıkıntısını çoğaltır. Hasetçinin göğsü daralır, uykusu kaçar. Amansız bir hastalığa düşer. Bu ise ancak kişinin düşmanlarının isteyebileceği bir durumdur. Haset edilenin perişanlığı istenirken, aslında hasetçi perişan olur. Buna karşılık haset edilen kimsenin durumunda bir bozulma, bir kötüleşme olmaz.
Ama hasetçinin içindeki haset coşar da dışa vurursa, haset edilene karşı kin, garaz güder, düşmanlık yapmaya başlar. Karşısındakinin yok olması için uğraşır. Bunun için de iftira atar, komplo kurar, kundakçılık yapar hatta suikast bile düzenler.

Âyette bahsedilen haset, bu aşamaya ulaşmış ve dışa vurulmuş kıskançlığın şerridir, kötülükleri ve zararlarıdır. Haset bir duygu olduğundan dışa vurulmadan bilinme imkânı yoktur. Kulun buna bir çare araması söz konusu olamaz. Gücü aşan bu tip konularda "Alîmun bi zati's-sudûr" olan [akıllardan geçenleri bilen]" Allah'a sığınıp gereğini O'na havale etmekten başka yapacak bir şey yoktur.

Kaynak: http://www.istekuran.com/index.php?page=felak

Son olarak eklemek istediğim birşey var ki bu gayet mantıklı duruyor. Bana kalırsa bu düğümlere gerçek anlamda üfleyenler kuran inerken yada öncesi piyasada yoklar, yani farklı versiyonları elbette vardır ancak bu ayetten sonra insanların algı sıçmığına bulaşmaları ve bilgiden uzak yaklaşımları bu cinsi de ortaya çıkarmıştır diye düşünüyorum. Bu son söylediğim şeyde yanılmış olabilirim bir bilen varsa anlatırsa memnun olurum.

Neyse hadi bana eyvallah.


2 yorum:

  1. Yazın iyi hoş ama dini konulara küfürü karıştırmasan daha hoş olur, daha fazla insana ulaşmanı sağlar ve gereksiz polemiklerin de önüne geçer. Kendi kendine boş yere zarar vermenin bir anlamı yok değil mi ama!...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın dostum bu üslubumun amına koyayım ben çok ayıp ediyorum insanlara, ama bu bloga yazdığım yazılar hep yaşadığım süreci aktarıyor. Zır bir cehaletten biraz daha az cehalete doğru gidişimi/yaşayışımı blogla beraber yaşadım. Aslında amacım insanlara bilgi vermekten ziyade ne yarakmışım diye dönüp ara ara bakmaktı. Zaten insanlara bilgi verecek kapasitede biri de değilim. Sadece zikir yani muhasebe yapıyorum, bana da katılanlar oluyor beraber yapıyoruz hepsi bu. Ama her şeye rağmen haklısın böyle üslupla din mi anlatılır amına koyim.

      Sil