Twitter Facebook

5 Ocak 2014 Pazar

ŞUARA (ŞAİRLER) SURESİNİN TEMEL MESAJI

Selam insanlar, bu yazıda şuara suresinin verdiği temel mesajı anlatmaya çalışıcam.

Önce bir bakalım şuara ne demek. Adını 224'üncü ayete geçen الشّعراء - eş-şu'arâ = şairler sözcüğünden alır ancak içeriğinin genişliğinden dolayı - الجامعة el-câmi'a = Toplayıcı da denilen Suredir. İşte tam bu noktaya değinicez yazıda ''içeriğinin genişliği''.

2. Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın Âyetleridir.

3. Onlar iman edenler olmuyorlar diye sen kendini helâk edeceksin!

4. Eğer Biz dilersek onlara gökten bir Âyet indiririz de onların boyunları ona boyun eğenler oluverirdi.

5. Ve kendilerine Rahmân'dan yeni bir öğüt geldi mi, mutlaka ondan yüz çevirenler oldular.

6. Sonra da, kesinlikle yalanladılar. İşte alay edip durdukları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir.


Bunlar en fazla can sıkan şeylerin başında gelir. İman etmek daha öncede söylediğim gibi emin olmak anlamında bir sözcüktür kesin bilgi delil ve kanıta dayalı kabul edişi anlatır. Ve gerçektende iman ettiğiniz açıkça gördüğünüz konuları insanlarla paylaşıp onların algılamadıklarını gördüğünüz zaman çıldıracak gibi olursunuz açık söylüyorum bunun bir tarifi yok. Ben kafayı yiyecek gibi olduğumu biliyorum. Adama apaçık gösterdiğim şeyi herif inkar ediyor şöyle anlatayım; Ben salondayım ve masanın üzerinde bir tabak var diyorum zira salondayım ve görüyorum diyorum, adam mutfaktan bana diyorki ben o tabağı kaldırmıştım. Be amk oğlu ben salondayım lan ben ordayım amcık. Tabak masada götünü siktiğim sen kaldırdın diye bir başkası gelip geri koymuş olamazmı piç kurusu. İşte zan böylesine berbat ve iğrenç birşeydir. Birde bunda ısrarcı olanları yemin ederim yağsız sikmek lazım. Acıta acıta sikeceksinki öğrenecek.


İşte gördünüz nasıl bir tribe girdim, aklıma geldikçe böyle oluyor paşam çok zor. Şu an kafanızdan geçenleri biliyorum ''yarrama bak sanki bana evrenin sırlarını çözmüş gavat'' diyorsunuz. Yok o kadar değil ama şunu diyeyim kuran'ı gerçekten kavrıyorum, zannlarla değil kesin bir bilgiyle. Çünkü ben dürüst yaklaştım, ben bütün herşeyi kenara sallayıp ''hey adamım şimdi ben çıplağım, o halde sende vaadini gerçekleştir'' dedim bu kitaba gelirken. Önce kendime dürüst oldum, sonra kitapta x bir konuyu dibine kadar araştırmadan alay etmeden devam edeceğime söz verdim. Ve devamlı şoklandım. O kadar fazla örnek varki sığır tespiti yapabileceğiniz hangi birini vereceğimi şaşırıyorum bir tanesini alayım.


Saffat suresi 6-7'nci ayetler (Alayının mealinden alıyorum ibretlik)


Ali Bulaç6- Şüphesiz biz dünya göğünü 'çekici bir süsle', yıldızlarla süsleyip-donattık.
Diyanet Vakfı6. Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.
Elmalılı Hamdi Yazır6-Bakınız Biz o dünya göğünü (yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla donattık.
Süleyman Ateş6. Biz en yakın göğü bir zinetle, yıldızlarla süsledik.
Yaşar Nuri Öztürk6 Biz o yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsleyip donattık.

Ali Bulaç7- Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;
Diyanet Vakfı7. Ve (gökyüzünü) itaat dışına çıkan her şeytandan koruduk.
Elmalılı Hamdi Yazır7-İtaata yanaşmaz her şeytandan koruduk.
Süleyman Ateş7. Ve (onu) ita'at dışına çıkan her türlü şeytandan koruduk.
Yaşar Nuri Öztürk7 Ve her türlü inatçı-âsi şeytandan koruduk




Hey yavrum hey yıldızlar yıldızlar yıldızlar yıldızlar ve lanet olası yıldızlar. Dur bakalım ayetin orjinalinde geçen yıldız dedikleri şey neymiş?


Hadi fussilet 12'ye bakalım yine aynı konu irdeleniyor zira, ne demiştik metodoloji!

…Ve biz, arza en yakın göğü bi mesabiha/filtrelerle zeyyenna/süsledik ve hıfzen/koruduk. İşler bunlar Azîz ve Alîm olanın takdiridir. (Fussilet, 12)

Örneğin bu mesabiha sözcüğü lamba, fener, kandil olarak çevrilir ancak ayetin bütünlüğüne baktığınız zaman siz kastın ne olduğunu kabak gibi görürsünüz! Dikkat ederseniz ayette hıfzen/koruduk tabiri var.

''Biz arza en yakın göğü koruduk'' diyen bir tanrı neye dikkat çekmiş olabilir lan el fenerine mi amk? İşin ilginç yanı süslemeden zaten saffat 6-7'de zayenna Türkçe'ye de ziynet olarak geçmiş olan sözcükle zaten bahsediliyor. Bu açıkça pasaja böyle bakanlara ''yanlış yerdesin geri zekalı daha derin bak'' demektir.

Lambanın yapısını bir incele bakalım neye dikkat çekiyor, burada kast açıkça lambanın koruyucu tabakasına yani atmosfer tabakasına. 

Fussilet 12'deki ''Mesabihi'' kelimesinin kökü s-b-h'tır. Bu kelime, tesbih kelimesi ile aynı köktendir. Biz tesbih'in Allah'ı ''arındırmak'' olduğunu biliyoruz. Bu anlamda mesabihi kelimesi de Güneş'ten ve uzaydan gelen zararlı ışınları arındıran atmosfer tabakalarını anlatır. Yani bu kelime için ''Filtre'' tanımlamasını en uygunu olarak kullanabiliriz.

Şimdi gelelim emmioğullarının yıldızlar diye çevirdikleri kelimeye. ''el kevakibi'' alayı yıldızlar demiş geçmiş. İyi de kuran'da ''necm'' yıldız demek değilmi? Gereksiz kelimeler mi kullanıyor Allah, yoksa dikkat mi çekiyor birşeylere?

O halde kelimenin kökünü inceleyelim, sözlüklerden karşılaştıralım üzerine anlamlar yüklenmeden evvelki haline bakalım, yanisi kezban kızımıza yapılan aşağılık saldırıyı değil :) kezbanın orjinalinde ne olduğuna bakalım anlaşıldımı?

“Kevakibi” kelimesinin kökü v-k-b olup, Müfredat’ta bu kelimenin ''kaya'' anlamına geldiği söylenir. Bu kelime Kur’an’da dört yerde daha geçer. Enam 76, Yusuf 4 ve İnfitar 2’de gezegen anlamında, Nur 35’te ışığı yansıtan (gezegen güneşin/yıldızın ışığını yansıtır) anlamında kullanılmıştır. Saffat 6’da ise gezegen anlamında değil göktaşı/meteor anlamındadır. Bunu ayete ve pasaja ve sureye ve kitaba bir bütünlük içinde tekniğe sadık kaldığımız zaman ve lanet olası kafamızı kaldırıp evrene baktığımız zaman apaçık şekilde görüyoruz. Demekki neymiş kitap bizi yönlendiriyormuş. Beynini afyona satan insanlardan kuran öğ-re-ne-mez-si-niz.

Şimdi işin içine beyin girmiş şekliyle saffat 6-7'yi birlikte değerlendirip, fussilet 12'yle birlikte bir okuyalım.

Biz o yakın göğü bir süsle süsleyip donattık. El kevakibi/göktaşları ve her türlü inatçı asi şeytandan hıfzan/koruduk. (Saffat, 6-7)

Ve biz, arza en yakın göğü bi mesabiha/filtrelerle ve bir korumayla donattık. İşler bunlar Azîz ve Alîm olanın takdiridir. (Fussilet, 12)

Umarım anlayacağınız bir şekilde aktarabilmişimdir meseleyi. Çünkü inanın bana çalışınca kavramak kolay ama aktarmak gerçekten zor karşındaki kişinin gerçekten dürüstçe anlamak istemesi gerekiyor lan çok acayip, bakın ayrımı iyi yapın bu zoraki bir inanma değil ''KAVRAMAK'' diyorum. Birşeyi kavramak için delilleri esas alıp emin olursunuz kavramak budur, zann değildir.

Neyse bunu anlatmamın tek bir sebebi vardı ne tür bir bataklığın içinde gerçeği aramaya çalıştığınızı bilin. Bu sebeple kuran çalışmak zorunda olduğunuzu görün. Ve değişmez yegane kanıtın temele yönelmek olduğunu, ipe sarılıp olayın kökenine kadar gitmeniz gerektiğini görün istedim. Yoksa x bri anlamın nereden ve nasıl türediğini kavrayamazsınız. Ama kevakibi sözcüğünün v-k-b kaya anlamından yola çıktığını sonraki anlamlarının bu merkez temel alınarak üretildiğini görürseniz olay çok net bir şekilde karşınızda belirir ve mealcilerin dahi düştükleri komik durumları tespit edersiniz(en büyük eğlencem amk ahahaha birde böyle tribe girmiş bir ciddiyetle konuşuyorlar ya götümle gülüyorum lan bildiğin götümle). Anlaştıkmı agalar.




Şimdi esas konumuza dönelim. Şuara yani şairler başta da bahsettiğim gibi o dönem için şairlerdir zira o dönemde şairler tanrı-varlık-yaratılış-var oluş-din vs.. konularda çeşitli dil sanatlarıyla birbirleriyle bir atışma içerisinde olmuşlardır. Günümüzde ise şairlerin yerini medyanın etkisiyle şarkı sözleri, filmler, yazarlar ve yine şairler devam ettirmekteler. Şimdi Allah'ın meseleyi nasıl tarif ettiğine birlikte bakalım ve götümüzn kapağını 8 karış açacak ultimatomları birlikte görelim.


Yaaa sevgili duman öyle lem yelid ve löp yutar demekle olmuyor bu işler. Amk sığ adamı sikim kadar beynini az çalıştırsaydın da ona buna kuran sözleriyle kast yapmak yerine meselenin kaynağını, merkezini araştıracak beyin kapasitesini bir gösterseydin. Şimdi buna sor ben iktidarı eleştirmiştim ama yeaa der. Siktir yavşak, kolpanı sikerim senin süzükmü sikiyorsun lan yarrak. İktdarında amına korum, muahlefetinde, seninde. At yarra seni istersen şeftaliye tap amk oğlu çok da sikimde. Ancak insan denen varlığın en büyük psikolojik olayı hakkında yorum getirirken önce bir kaynağa bakılmaz mı lan, bu kadar mı embesilsin sen amk çocuğu. Kendin bataklıktasın diye henüz iman etmemiş insanları da kendi bataklığına çekmek için çaban niye? Kime neyi ispat çabasındasın, derdin en yarram. Beyler ister alının ister darılın hala daha bu çağda kuran'ı bir çöl bedevisi yazmıştır diyen zekada adam varsa onun ben harbiden kulağına attırayım, yapışkan sıvı pineal glandına gidene kadar da seyredeyim hah bak bu kadar net.





224. Ve şu şairler; şüphesiz onlara azgın sapıklar uyar.

225–226. Onların her vadîde şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve gerçekten yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?

İşte burada duman gibi veya küresel bazda sikkonun da paylaştığı orospu çocukları gibilerine dikkat çekiliyor. Onlaırn yalancı olduklarına ve zannları üzerine bir hayal dünyası kurup sattıklarına değiniliyor. Bu yolla insanları gerçeklerden uzaklaştırdıklarına ve birer orospu çocuğu olduklarına dikkat çekiliyor.

(En'âm: 112–113) Böylece Biz her peygamber için cinn ve ins şeytanlarını düşman kıldık: Ki dünya malına aldanmaktan dolayı, âhirete inanmayan kimselerin kalpleri ona kansın, ondan memnun olsun ve yapmakta olduklarını yapsınlar diye bunların bazısı bazısına sözün süslüsünü vahyeder [gizlice telkinde bulunur/fısıldar].
-Ve şayet Rabbin dileseydi onu yapmazlardı. Öyleyse onları ve uydurdukları şeyleri bırak!-

Yukarıdaki Âyetlerden de anlaşıldığına göre, ins ve cinn şeytanlar [bildik bilmedik tüm kötü kişiler];

Âhirete inanmayanların [henüz Müslüman olmamışların] kalplerini bu kendi ürettikleri, Kur'ân'a alternatif süslü sözlere yöneltmek.

Bu sözlerle âhirete inanmayanları [henüz Müslüman olmamışları] memnun etmek.

Böylece işlemekte oldukları suçu işlemeye devam etmek [bu sayede de dümenlerini döndürmek, gemilerini yüzdürmek, saltanatlarını sürdürmek, halkı sömürmeyi devam ettirmek, çıkarlarını devam ettirmek] için süslü, yaldızlı sözlerle girişimde bulunmaktadırlar.

İslâm tarihine bakıldığı zaman İslâm'a sokulan tüm hurafelerin, yozlaşmaların bu şair kılıklı heriflerin yaldızlı sözleriyle [şiirleriyle] İslâm'a sokulduğu görülecektir. Kaynak: http://www.istekuran.com/index.php?page=suara


ŞİİR NEDİR: Yüzlerce tanımı yapılmış olan şiir kısaca "bir benzetme sanatı"dır. Şiir hiçbir zaman "gerçek" değildir. Dolayısıyla şiir, bir nesnenin veya olayın gerçeğinin değil, benzerinin [taklidinin, sahtesinin] sunumu olan "süslü söz"dür zuhrufu'l-kavl. Şiirin görece en iyi irdelemesi, M.Ö. 427–347 yılları arasında yaşamış olan Platon tarafından yapılmıştır. Platon'a göre şairler, gerçekler yerine görünüşle uğraşmakta, kopyanın kopyasını yaparak insanları gerçekten uzaklaştırmaktadırlar. [47–10]

Bu yaklaşıma göre, tıpkı çocukların oyuncaklarla aldatılması gibi toplumlar da şiirle [benzetme ile] aldatılabilir, yanıltılabilir ve ideolojiler sulandırılabilir. Tarihte, özellikle de İslâm tarihinde bunun yüzlerce örneği mevcuttur. Meselâ, Celalettin-i Rûmî bu örneklerden bir tanesidir.

227. Ancak iman edenler ve sâlihâtı işleyenler, Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna. Haksızlık edenler, hangi dönüşüme döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.

224–226. Âyetlerde kötülenen şairlerin iyileri, bu Âyetle istisna edilmektedir. Çünkü şairlerin hepsi aynı değildir ve söylenmiş nice güzel şiirler vardır. Akıl ve bilgi sahiplerinin bunu reddetmesi, şiirin iyisine, yararlısına karşı çıkması düşünülmez. Âyete göre istisna edilen şairler aşağıdaki vasıflarda olanlardır:

- İman edenler.
- sâlihâtı işleyenler.
- Şiirleri, tevhîd, nübüvvet ve insanları hakka davet konusunda olanlar, [Allah'ı çok zikredenler], Kendilerini hicvedenlere karşılık vermeleri durumu dışında hiç kimseyi hicvetmeyenler [zulme uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar].

Âyetteki ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar müstesna ifadesinden ancak zulme uğrandığı zaman kötü söz söylenebileceği anlaşılmaktadır. Normal şartlarda Rabbimiz kötü söze, saldırıda bulunmaya izin vermemektedir.

(Nisâ: 148) Allah, haksızlığa uğrayanların dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Ve Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.
(Bakara: 194) Haram ay haram aya karşılıktır. Ve bütün haramlar kısastır. [birbirine karşılıktır] O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Ve bilin ki Allah, takvâ sahipleriyle beraberdir.

227. Âyette istisna edilen şairler, Abdullah b. Ravaha, Hassan b. Sabit, Ka'b b. Mâlik, Ka'b b. Züheyr gibi şairlerdir. Bunlar, iftiracı kâfirlerin yalanlarını onların yüzlerine vurmuşlar, peygamberimizi ve inananları yapılan saldırılara karşı savunmuşlardır.

Âyetin son cümlesi olan Haksızlık edenler, hangi dönüşüme döndürüleceklerini yakında bileceklerdir ifadesi uyarı mahiyetinde açık bir tehdittir. Bu tehdidin muhatapları, aklî delillerin, elçilerin açıklamalarının ve geçmiş peygamberlerin kıssalarının defalarca anlatılmasına rağmen bunlara itibar etmeyenler ve Kur'ân ile şiirin, elçi ile şairin ayırdını yapamayan, anlatılmış olmasına rağmen hâlâ Kur'ân'ı şiir, elçiyi de şair veya kâhin olarak gören akılsızlardır. Bu zavallılar, yakında büyük bir değişime uğrayacakları bildirilmek sûretiyle uyarılmışlardır. http://www.istekuran.com/index.php?page=suara




İşte böyle, şuara suresi bana göre en sağlam ultimatomları gönderen surelerden biridir. O aklına ilk geleni uygulayan, gerçekmiş gibi pazarlayan bok kadar beyin kırıntısı dahi gösteremeyen embesillere sağlam bir ultimatomdur. Size önerim zannlardan artık arının, bu kitabın yazarını şu saçmalıklardan bir arındırın ve geçrekleri anlatın. İnsanlara pazarlanan lanet masallardan onları uzaklaştırın. Bu herifler gücü bu sayede ellerinde tutabiliyorlar çünkü.


Anlayana! Hadi eyvallah...

8 yorum:

  1. ah bi de yazabilsen neler anlatıcan ama..:) neyse güsel güsel..
    bu arada Kuranda Allah ve "O" kavram ya da sembollerinin farklı şey'leri işaret ettiği söylenir. Sen ne çöümledin bununla ilgili..

    YanıtlaSil
  2. bu içerikte bir blogu okumaya başından başlanır. biz nereye geldik sen neredesin deme diye not düşeyim.. bak bir epifiz bezinin peşinden buralara kadar savruldum.. kaybolmadan çıkışı buluruz umarım..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla kanka bildiklerimi paylaşıyorum, blogu açarken amacım bilgilendirmekten ziyade kendim daha fazla öğrenebilmekti zaten blogu tam okursan hakim olduğum ve olmadığım konuların ayırdını yapabilirsin. Bir de son notuna cevabım üzgünüm biladerim kaybolmaman imkansız :D Çünkü bu yol böyle bir yol.

      Sil
  3. Bir de küfür ve dil bilgisine takıntın varsa aman diyim bulaşma, burada eski takıldığım bir forumdan birkaç arkadaşla muhasebe edebilmek için açtığım bir blog'dur.

    YanıtlaSil
  4. mesabih kelimesini filtre olarak çevirmek çok mantıklı,ama arapçada buna yakın veya benzer bi kullanım var mı,aydınlatıcı olarak çevirenler neye göre çeviriyor,kuranda başka yerlerde geçiyor mu bu kelime

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dostum en eski sözlüklere baktığın zaman görebilirsin ragıp el isfehani müfredat eseri benim kendi önerimdir. Diğerleriyle karşılaştırmak yapmak daha da faydalı olur. Şunu belirtmek isterim Kur'an anlamsız bir kelime seçmiyor, bir cümle yapısı belirlemiyori her kelimesi her cümlesi bir vurgu ve farklı bir anlam içermekte bu nedenle farklı kelimelere yanlızca aynı anlamı vermek eski kafa atalar dini mensuplarının, ilimden uzak değerlendirmelerinden ibarettir. Kitap yaşıyor ve gün yüzüne çıkıyor.

      Sil
  5. mülk 5 te de var aynı kelime;--Andolsun, Biz en yakın olan göğü (dünya göğünü) kandillerle[mesabiha-çoğul] süsleyip donattık ve onları[orjinalinde tekil"onu" olarak geçiyor], şeytanlar için taşlama birimleri (rücum) kıldık. Onlar için çılgınca yanan ateşin azabını hazırladık.--Burada taşlama birimi olan şey kandiller mi(mesabiha),yoksa gökyüzü mü acaba.meallerde mesabiha yıldızlar-kandiller olarak çevrilip çoğul olduğu için "onu" ifadesi de "onları" olarak çevrilmiş.ama aslında tekil olduğu için "onu" zamiri "mesabihayı" değil de gökyüzünü niteliyo olabilir mi.

    YanıtlaSil
  6. Aslında dostum şeytanın taşlanması olayını doğru algılamak gerekiyor. Burada bahsi geçen şeytanlar, kahinler, astrologlar veya dinleri bir mitoloji haline getirmeye devinip duran hastalıklılar. Bunların taşlanması ise zannlarına hapsolması ve pozitif bilimin işin gerçeğini öğretmesi her daim pozitif bilimin galip gelmesi. Yani burada da ''mesabiha'' kelimesi yine asıl anlamı ile aynı amaca hizmet eder.

    YanıtlaSil